Aşağıdaki konuşma, 1 Mayıs 2016’da düzenlenen Çevrimiçi 1 Mayıs Toplantısı’nda, Sosyalist Eşitlik Partisi’nin (Avustralya) ulusal sekreter yardımcısı Cheryl Crisp tarafından yapıldı.
Lev Troçki, İkinci Dünya Savaşı'nın patlamasının öngününde, 1938'de, Dördüncü Enternasyonal'in kuruluş belgesi olan Geçiş Programı'nda, uluslararası işçi sınıfına şu uyarıda bulunmuştu:
“Emperyalist savaş, burjuvazinin yağmacı politikalarının devamı ve keskinleşmesidir. Proletaryanın savaşa karşı mücadelesi, onun sınıf mücadelesinin devamı ve keskinleşmesidir. Savaşın başlaması, hedefi ve ana yolu değil, ama durumu ve sınıflar arasındaki mücadelenin araçlarını değiştirir. Emperyalist burjuvazi dünyaya hükmediyor. Bu yüzden, yaklaşan savaşın temel karakteri emperyalist bir savaş olacaktır. Dolayısıyla, uluslararası proletaryanın politikasının asli içeriği, emperyalizme ve onun savaşına karşı mücadele olacaktır.”
Troçki, sosyalistlerin savaş dönemindeki temel ilkesine işaret ediyordu: “Asıl düşmanın içeride.” Yani, işçi sınıfının düşmanı diğer işçiler değil; ülkedeki egemen sınıf ve burjuva hükümettir.
Troçki, bunu, her hükümetin teşvik ettiği milliyetçilik ve şovenizm zehrine karşı koymak için vurguluyordu. Bu sözcükler, emperyalizmin savaş yöneliminin ürkütücü bir boyut kazandığı günümüzdeki tehlikeli durumda son derece geçerlidir. 1938 ile günümüz arasında açık benzerlikler bulunmaktadır.
Bu hafta, Avustralya ve Yeni Zelanda halkı, taşkın bir militarizm ve şoven milliyetçilik bombardımanına maruz kaldı. Bunun nedeni, Anzak Günü (Birinci Dünya Savaşı'nda, 1915'te, Çanakkale'de gerçekleşen savaşın anıldığı resmi tatil günü) idi.
Avustralya hükümeti, Birinci Dünya Savaşı'nın yüzüncü yıldönümüne ilişkin dört yıllık bir anma etkinliğine 325 milyon dolar harcıyor (bütün diğer ülkelerden fazla). Ulus/ülke uğruna savaşlarda feda edilenlerin şanı ve şerefi konusunda tarihsel çarpıtmaları teşvik eden bu kampanya, özellikle, anaokulu öğrencileri dahil, gençleri hedefliyor. Sözde barış yanlısı Yeşiller dahil her siyasi parti, bu kampanyayı destekliyor.
Siyaset kurumunun geçmişteki ve günümüzdeki savaşları kutsaması, hiç kuşkusuz, gelecek kuşağı sonraki çatışmalara hazırlamayı amaçlamaktadır. Bu, Avustralya emperyalizminin, Çin'e karşı savaş hazırlıklarında ABD'ye verdiği tam destekle örtüşmektedir.
Avustralya hükümeti, aynı zamanda, tüm haklarından yoksun bırakılmış sığınmacıların uzak Pasifik Adaları'nda katlanılmaz koşullarda yıllarca hapsedildiği ırkçı ve yasadışı alıkoyma merkezlerine, daha doğru ifadeyle, toplama kamplarının kurulmasına öncülük ediyor. Bu vahşi model, şimdi, Avrupalı hükümetler tarafından, Suriye, Irak ve Afganistan'daki savaşlardan kaçan yüz binlerce çaresiz sığınmacıya karşı kullanılıyor.
Japonya'da, Shinzo Abe hükümeti -ki o, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana kurulan en sağcı hükümettir-, Japon ordusunun ABD güçlerinin yanında konuşlandırılmasına izin veren bir yasa çıkarttı. Buna, Japon emperyalizminin suçlarını aklamaya ve temizlemeye yönelik bir kampanya eşlik ediyor. Okullarda, Japon militaristlerinin 1930'larda ve II. Dünya Savaşı sırasında sergilemiş olduğu zulmü çarpıtan yeni tarih dersi kitapları okutuluyor.
Japon hükümeti, ABD’nin 1945’te Hiroşima ile Nagazaki'ye attığı atom bombalarıyla nükleer saldırıların dehşetini yaşamış olan tek halk olarak Japonların, kendi militarist gündemine yönelik muhalefetinin son derece farkında. Japon hükümeti, bu savaş karşıtı duyarlılığı, Çin’i şeytanlaştırarak ve onu Japonya için bir askeri tehdit olarak sunarak bastırmaya çalışıyor.
Çin’de, Komünist Parti rejimi, ABD ve müttefikleri tarafından tırmandırılan provokasyonlara, Çin milliyetçiliğini körükleyerek yanıt veriyor. Bu, güçlü bir Japon karşıtı şovenizm biçimini almaktadır. Pekin'in ırkçılığı teşvik etmesi, Japon yurttaşlarına yönelik fiziksel saldırılara yol açmış durumda. Hükümet, Japonya'nın tartışmalı Senkaku Adaları üzerinde hak iddia etmesine karşı, protestocuların Japonya üzerinde mantar biçiminde bir nükleer bulut gösteren pankartlar taşıdığı gösterileri teşvik ediyor. Bu tür bir gerici milliyetçilik, yalnızca, Asya işçi sınıfını bölmeye ve emperyalizmin ekmeğine yağ sürmeye hizmet etmektedir.
Çin rejiminin asıl kaygısı, kapitalist seçkinlerinin servetini, ABD'ye değil ama en fazla korktuğu güç olan Çin işçi sınıfına karşı savunmaktır. Çin, şu anda, eşitsizliklerin en fazla olduğu ülkeler arasındadır. Bu ülkede 470 dolar milyarderi bulunuyor ki bu, ABD dışındaki bütün ülkelerden daha fazladır. Buna karşılık, 500 milyondan fazla Çinli işçi ve kır yoksulu, günde 3 dolarla ya da daha azıyla yaşıyor. Ve tüm Asya ülkelerinde, koşullar aynı.
Troçki'nin 1938'de açıklamış olduğu gibi, dışarıdaki savaş, içeride işçi sınıfına karşı savaş ile çakışmaktadır. Her ülkede işçilerin yaşam ve çalışma koşullarına yönelik saldırılarla geçen yıllar, toplumsal eşitsizliğin neredeyse yüz yıldır görülmedik düzeyleriyle sonuçlanmış durumda. Bu sistemde, insanlık için hiçbir gelecek bulunmuyor.
Irkçılığa ve yabancı düşmanlığına, yalnızca işçi sınıfının uluslararası birliği uğruna mücadele yoluyla karşı koyulabilir. İşçiler, her ülkede, aynı bankalar ve ulus-ötesi şirketler tarafından gerçekleştirilen aynı saldırılarla karşı karşıyalar. Savaş tehlikesi hepimizin tepesinde sallanıyor. Avustralya ve Yeni Zelanda işçileri ile gençleri dahil olmak üzere Amerika’daki ve Asya'daki kitleler, Çinli kardeşlerimize elini uzatmalı ve onları düşmanlaştırma yönündeki girişimlere karşı çıkmalıdır.
Bizler, savaşın kaynağı olan kapitalizmi yıkma ortak mücadelesinde birleşmeliyiz. Sizi, tüm dinleyicilerimizi ve destekleyicilerimizi, işçi sınıfının ve gençliğin dünya sosyalizmi uğruna mücadele üzerine kurulu uluslararası bir savaş karşıtı hareketini inşa etme mücadelesine girişmeye çağırıyorum.