Dünya Sosyalist Web Sitesi ve Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi tarafından 2 Mayıs’ta düzenlenen 2020 Uluslararası Çevrimiçi 1 Mayıs Toplantısı’nda, DEUK’un Brezilya’daki destekçi grubu adına Tomas Castanheira’nın yaptığı konuşma.
Brezilya’da ve Latin Amerika genelinde bu 1 Mayıs, COVID-19 pandemisinin, hüküm süren aşırı toplumsal eşitsizlik eğilimlerini ve sınıf mücadelesinin şiddetini yoğunlaştırmasıyla damgalanıyor.
Gezegenin tamamında olduğu gibi işçiler, COVID-19’a yakalanma ya da açlık arasında bir seçim yapma dayatmasını reddediyor ve yaşama haklarını savunmak için kapitalist sistemle mücadeleye giriyorlar.
Kıtadaki en büyük, en kalabalık ve eşitsizliğin en yoğun olduğu ülke olan Brezilya, hızla koronavirüs pandemisinin merkez üssü haline geliyor.
Brezilya’nın Amazon eyaletinin başkenti Manaus’ta, COVID-19 hastaları gömülemeden kalan cesetlerin ortasında tedavi ediliyor. Kazılan yüzlerce toplu mezarın görüntüleri, Brezilya’yı ve dünyayı şoka uğrattı. Hemşireler, meslektaşlarının hastalığa yakalanmasının veya hayatını kaybetmesinin ardından, hükümetten en temel kişisel koruyucu ekipmanları talep etmek için greve gittiler.
Bu kötü durum, hızla ülkenin geri kalanına yayılıyor. Hastalık, en temel sıhhi tesisat altyapısından mahrum olan ve tüm ailenin aynı odayı paylaştığı evlerin bulunduğu, Brezilya’nın kalabalık gecekondu mahallelerini vurmaya başlıyor.
Dünyadaki kapitalist seçkinlerin ilgisizliği ve canice ihmalkarlığı, Brezilya’nın faşist Devlet Başkanı Jair Bolsanaro’dan daha acımaz bir şekilde ifadesini bulamaz. Bolsanaro, başından beri hastalığın etkilerini önemsiz gibi gösterdi ve karantina önlemleri uygulayan valilerle çatışmaya girdi. Hem askeri müdahale hem de ekonominin derhal yeniden açılmasını talep eden faşist gösterileri destekledi.
Ancak Brezilyalı işçilerin fiili grevler ve protesto gösterileri düzenlemesi uzun sürmedi. Bu eylemlerin en önemli özelliği, mevcut sendikalardan bağımsız ve onlara düşman biçimde, açıkça uluslararası karaktere sahip olmalarıdır.
Brezilya’da COVID-19 nedeniyle ilk ölümlerin açıklanmasından yalnızca birkaç gün sonra, Santa Catarina’daki bir JBS et işleme tesisinde çalışan yüzlerce işçi, ölümcül çalışma koşullarına karşı greve çıktı. Aynı koşullar, Brezilya merkezli şirket tarafından işletilen ABD ve Kanada’daki tesislerde de hastalığa ve ölümlere sebep olarak bu tesisleri hastalığın odak noktası haline getirdi.
Mart ayında, binlerce çağrı merkezi operatörü, güvenli olmayan çalışma koşullarına ülke çapında başkaldırdı. Eylem ilk olarak, İtalya merkezli ulusötesi bir şirket olan AlmaViva tarafından işletilen çağrı merkezlerinde başladı. Bu eylem, aynı firmanın Palermo’daki merkezini benzer bir grev nedeniyle kapatmak zorunda kaldığı haberinden esinlenmişti.
Geçen hafta, İspanya’daki dağıtım işçilerinin, küresel dağıtım şirketlerince dayatılan düşük ücret ve tehlikeli çalışma koşullarına karşı başlattıkları protestolar, Brezilya, Arjantin ve Ekvator’da grevlere dönüştü.
Yaklaşık bir yıl önce Meksika’daki Matamoros işçilerinin başkaldırısında olduğu gibi, Brezilya’da son dönemde yaşanan sınıf mücadelelerinin de milliyetçi ve şirket yanlısı sendikaların dışında ve onlara muhalefet içinde meydana geldiği gerçeği, Uluslararası Komite tarafından son 30 yıldır uğruna mücadele edilen perspektifleri doğrulamaktadır. Troçkistlerin ileri sürmüş olduğu gibi, kapitalist üretimin küreselleşmesi, sınıf mücadelesine sadece uluslararası bir içerik değil, uluslararası bir biçim de kazandırıyor. Bu ise, işçi sınıfı mücadelelerinin uluslararası ölçekte koordinasyonunu gerektiriyor.
İşçilerin grevlerinin yoğunlaşması, kıtadaki daha kapsamlı gelişmelere verilen bir yanıttır. Geçtiğimiz yıl boyunca Latin Amerika, ABD emperyalizminin baskısı altındaki tarihini yoğunlaşmış biçimde yeniden yaşadı. Bölgenin ulusal burjuvazilerinin kalıcı ekonomik gelişme ya da en temel demokratik hakları sağlamaktan aciz oluşu, sınıf mücadelesinin gelişiminde bir patlamaya yol açıyor.
Pablocu örgütler ve sahte sol, 21. yüzyılın başında bölgeyi etkisi altına alan burjuva ulusalcı hükümetlerin “Pembe Dalga”sını, eşitsizlikten ve emperyalist baskıdan bir kopuş, hatta “sosyalizme giden yeni bir yol” olarak alkışlamışlardı. Bugün, bu hükümetlerin büyük çoğunluğunun çökmesiyle birlikte, bunun bir sahtekarlık olduğu açığa çıkmış durumda.
Güney Amerika’daki burjuva egemenler, Amerikan emperyalizmi ile bir kez daha açıkça komplo kuruyorlar. Kolombiya’daki Ivan Duque ve Brezilya’daki Jair Bolsonaro, Washington’ın Venezuela’da rejim değişikliği gerçekleştirme çabalarında merkezi rol oynuyorlar.
Geçen Kasım ayında Bolivya’da meydana gelen darbe, kıtanın yozlaşmış silahlı kuvvetlerinin iktidara geri dönüşünü haber veriyordu. Bu yol, sokaklarda darbeye karşı direnen kitleleri terk eden Evo Morales tarafından açılmıştır. Ülkenin en büyük sendika konfederasyonu olan COB, Bolivya işçi sınıfına yönelik canice bir ihanetle, darbe rejimine katılmayı kabul etmiştir.
Geçtiğimiz yıl, milyonlarca insanın toplumsal eşitsizliğe karşı başkaldırısı Şili’yi sarstı. “30 sent değil 30 yıl” diye bağıran işçi sınıfına ve gençliğe, kanlı Pinochet döneminin polis devleti yöntemleri ile karşılık verildi ve diktatörlüğün sona ermesinden sonra kurulan rejimin demokratik olma iddiaları yerle bir oldu.
Şili’deki büyük protestolar, Brezilya egemen sınıfı içinde korku ve endişeye yol açarak, Bolsonaro’nun askeri diktatörlüğün baskıcı yasalarının yeniden uygulamaya konmasını ve düzeni korumak için ordunun süresiz olarak kullanılmasını talep etmesine neden oldu.
Bir taraftan sınıf mücadelesinde patlayıcı bir gelişme, diğer taraftan diktatörlük tehdidi ile karşı karşıya olan Brezilya İşçi Partisi (PT) ve onun sahte sol uyduları ise, burjuva hiziplerle, hatta orduyla işbirliği peşinde koşuyor ve Bolsonaro'nun bakanlar kurulunu “odadaki yetişkinler” olarak adlandırıyorlar. Onlar, en sağcı valileri, ekonominin geri açılması için kendi tarihlerini belirlemiş olmalarına rağmen, Bolsonaro’nun faşist demagojisine karşı “bilimin” savunucuları olarak alkışlıyorlar. Aynı zamanda, işçi kitlelerine açlık düzeyinin altında bir yardım sunulurken, bankaların ve finansal kurumların kurtarılması için Kongre’ye getirilen ve Brezilya GSYİH’sinin yüzde 15’ine denk düşen bir kurtarma paketinin kritik oylamalarında hükümetle birlikte hareket ettiler.
Pandeminin ortasında, İşçi Partisi’nin ve Maocu PCdoB’nin önderliğindeki sendikalar, Morenocuların önderliğindeki CSP-Conlutas ile beraber, “işleri kurtarma” bahanesiyle, şirketler yararına ücret kesintileri ve geçici işten çıkarmaları kabul ettiriyorlar.
Peki, bu partiler, sendikalar ve sahte sol bu yıl 1 Mayıs’ı nasıl kutladılar? Bolsonaro’ya karşı ulusal birlik bahanesiyle, kendi toplantılarına Brezilya Senatosu’nun ve Temsilciler Meclisi’nin başkanlarını davet ettiler. Bu her iki figür de, askeri diktatörlük döneminde yönetimde olan partinin varisi olan Demokratlara mensuptur. Davetliler arasında ayrıca, Rio de Janerio Valisi Wilson Witzel ve Sao Paulo Valisi Joao Doria vardı. Bu kişiler de 2018 seçimlerinde Bolsonaro’yu desteklemişti.
Bu “geniş cephe”ye yönelik içi boş eleştirileri ne olursa olsun, PSOL’deki Pabloculardan PSTU’daki Morenoculara kadar sahte solun tüm eğilimleri, kendilerini, Brezilya işçi sınıfının şirket yanlısı ve milliyetçi sendikalar aracılığıyla kapitalist devlete tabi kılınmasına adamıştır.
Brezilya’daki ve Latin Amerika’daki siyasi olarak en ileri işçilerin karşı karşıya olduğu merkezi görev, “pembe dalga”nın çöküşünün ve işçi sınıfının burjuva ulusalcı rejimlere ve şirket yanlısı sendikalara tabi kılınmasının derslerini çıkarmaktır.
Bu ise, ulusalcı bir perspektif temelinde Troçkizmden kopan ve işçi sınıfı içinde bilinçli bir devrimci önderlik inşa etmeden sosyalizme ulaşabileceğini iddia eden bütün revizyonist eğilimlere karşı amansız bir mücadeleyi gerektirmektedir.
Bu toplantıyı dinleyen herkesi, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin Brezilya ve Latin Amerika şubelerini inşa etme mücadelesine katılmaya çağırıyoruz.