Türkiye’de sığınmacı karşıtı aşırı sağcı kampanya son haftalarda büyük bir hız kazanırken Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin buna yanıtı 1 milyon Suriyeli sığınmacıyı NATO’nun rejim değişikliğini amaçlayan vekil savaşının sürmekte olduğu Suriye’ye geri gönderme kararı oldu.
Suriye’nin kuzey batısında bulunan, Türk Silahlı Kuvvetleri ve İslamcı vekillerinin işgali altındaki İdlib’e inşa edilen briket evlerin açılış töreninde uzaktan bağlantı yoluyla konuşan Erdoğan, “ülkemizde misafir ettiğimiz 1 milyon Suriyeli kardeşimizin gönüllü geri dönüşünü sağlayacak yeni bir projenin hazırlıkları içindeyiz. Bu projeyi, ülkemizdeki ve uluslararası sivil toplum kuruluşlarının desteğiyle hayata geçireceğiz,” dedi.
Erdoğan ayrıca “Türkiye’nin Suriye’de derinleşen insani trajedi karşısında sınır ötesi harekâtlarını başlattığı 2016 yılından bugüne kadar oluşturduğu güvenli bölgelere yaklaşık 500 bin Suriyeli geri dönüş yapmıştır,” diye ekliyordu.
Erdoğan’ın sözünü ettiği “insani trajedi”, 2011’den beri Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın Rusya ve İran destekli hükümetini devirmeyi amaçlayan ve Türk hükümetinin tam destek verdiği ABD-NATO emperyalist müdahalesinin bir ürünüdür. Türkiye’nin Suriye harekâtlarının nedeni, yaratılmasına katkı sunduğu insani felaketi sonlandırmak değil, bölgede ABD destekli Kürt milliyetçileri (YPG) önderliğinde bir oluşumun ortaya çıkmasını engellemektir.
Erdoğan’ın iddialarının aksine bu geri dönüş “gönüllü” değildir. Sığınmacı karşıtı aşırı sağcı kampanya ve Avrupa Birliği ile yapılan kirli anlaşma nedeniyle sığınmacılara dayatılmaktadır. Sığınmacıların büyük çoğunluğu, anlaşılır bir şekilde, savaşın hâlâ sürmekte olduğu Suriye’ye geri dönmek istemiyor. Avrupa’ya geçmek isteyen sığınmacılar Yunanistan ve Bulgaristan sınırında engelleniyor ve geri gönderiliyor.
Sığınmacılar Türkiye’de yasal olarak “sığınmacı” statüsüne bile sahip değiller. Sefalet koşullarında, temel hakların yoksun yaşıyorlar, kapitalistlerin dizginsiz sömürüsüne tabi tutuluyor ve aşırı sağcı kampanya tarafından hedef gösteriliyorlar. Bu kampanyayı şiddetle reddeden Dünya Sosyalist Web Sitesi, uluslararası işçi sınıfının burjuvaziye karşı mücadelede sığınmacıların demokratik haklarını savunmasının olmazsa olmaz olduğunun altını çiziyor. Türkiye örneğinde bu, sığınmacılara tam yurttaşlık hakları tanınması ve Kürt halkıyla beraber Araplara da anadilinde eğitim sağlanması demektir.
Türkiye, ABD önderliğindeki emperyalist güçlerin, Stalinistlerin Sovyetler Birliği’ni dağıtmasından bu yana bölge genelinde 30 yıldır devam eden savaşlarının sonucunda, dünyada en fazla sığınmacıya ev sahipliği yapan ülke konumunda bulunuyor. Mülteciler Derneği’nin yayımladığı rapora göre, 24 Mart itibarıyla Türkiye’de 3.754.591 Suriyeli yaşıyor. Erdoğan’ın geçtiğimiz Aralık ayındaki açıklamasına göre ise Türkiye’de toplam 5 milyon civarında sığınmacı bulunuyor.
Türkiye’de sığınmacı karşıtı aşırı sağcı kampanya son haftalarda hızla yükselmiş durumda. Twitter’da aşırı sağcı politikacılar ve figürler, sığınmacı karşıtı etiketleri öne çıkarıyor. Hem burjuva hem de sahte sol basında şovenist yorumlar giderek artıyor.
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de, tüm siyaset ve medya kurumunun sığınmacıları ve göçmenleri günah keçisi ilan etmesinin nedeni, burjuvazinin ve hali vakti yerinde orta sınıfın büyüyen ekonomik ve toplumsal krize verebileceği hiçbir ilerici yanıtın olmamasıdır. Egemen sınıf, işçi sınıfını bölmek ve büyüyen toplumsal muhalefeti saptırmak için bu eski ve gerici şovenizm silahına sarılarak faşizan hareketleri güçlendiriyor.
Türkiye’de nüfusun ezici çoğunluğu, pandeminin devam ettiği ve bir dünya savaşı tehlikesinin giderek arttığı koşullarda, yüksek enflasyon, işsizlik ve sarsıcı bir yoksulluk sarmalı içinde yaşıyor. Buna karşılık, egemen sınıf, emekçi kitlelerin sağlığı, hayatı ve geçimi pahasına servetine servet katıyor.
Önce pandemi ve ardından Ukrayna’daki savaş ile NATO’nun Rusya’ya yönelik yaptırımları küresel tedarik zincirlerini altüst ederken, Türkiye’de zaten dayanılmaz düzeye gelen gıda fiyatları ve yoksulluk daha da derin bir boyuta ulaştı. Ocak ve Şubat ayında patlak veren kitlesel protestolar ve grevler, artan toplumsal huzursuzluğun yalnızca ilk ifadesiydi.
Bu koşullarda, düzen partileri, kapitalist sistemden ve burjuvazinin egemenliğinden kaynaklanan tüm sorunların nedeninin sığınmacılar olduğu yalanını yayıyor. Sahte solun da desteğine sahip olan Kemalist Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) önderi Kemal Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın 1 milyon sığınmacıyı Suriye’ye gönderme planını sağdan eleştirdi. Aşırı sağcı bir söylem benimseyen Kılıçdaroğlu, “Bırak bu hikâyeleri, hâlâ sınırdan akın akın kaçaklar geliyor... Zaten biz gerisini iki yılda göndereceğiz, senin yalandan projelerine hepimizin karnı tok,” diyordu.
Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) ana müttefiki olan faşizan Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) yanı sıra CHP’nin ittifak ortakları İYİ Parti, Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA), Gelecek Partisi ve Saadet Partisi gibi sağcı düzen partileri de sığınmacıların Türkiye’den gitmesi gerektiği yönünde açıklamalar yapıyor.
İşçi sınıfının ayrılmaz bir parçasını oluşturan savunmasız sığınmacılara yönelik bu ortaklaşa saldırı, CHP’nin ve müttefiki sahte solcu önderliklerin de en az Erdoğan hükümeti kadar gerici ve işçi sınıfı düşmanı olduğunun açık bir kanıtıdır.
Bununla birlikte, sığınmacı karşıtı kampanyada son zamanlarda en öne çıkan Zafer Partisi olmuştur. Aşırı sağcı İYİ Parti’den ayrılan Ümit Özdağ önderliğinde kurulan bu orta sınıf partisi, sığınmacıları Türkiye’nin başlıca problemi olarak görüyor ve geri gönderilmeleri için histerik bir kampanya yürütüyor. Sığınmacıların kalması halinde Türkiye’de iç savaş yaşanacağını iddia eden Zafer Partisi, öfke dolu kampanyasıyla aşırı sağcı çevreleri etrafında toplamaya başladı.
Özdağ, 19 Nisan’da, sığınmacıları geri göndermeye yönelik Anadolu Kalesi projesini açıkladı. Bu, Avrupa Birliği’nin, Ortadoğu ve Afrika’dan gelen sığınmacıların Avrupa’ya girişini engellemeyi hedefleyen Avrupa Kalesi politikasına atıfta bulunmaktadır. Avrupa Kalesi politikası, Akdeniz’de binlerce sığınmacının boğularak hayatını kaybetmesine, Türkiye ile Yunanistan’ın da sığınmacı hapishanesi haline gelmesine neden oldu.
Dahası, 3 Mayıs’ta “gazeteci” Hande Karacasu’nun YouTube kanalında yayınlanan ve Özdağ’ın bizzat finanse ettiğini açıkladığı Sessiz İstilaadlı kısa film, sığınmacı karşıtı kampanyayı daha da tırmandırdı. Karacasu’nun çarpıtmalarla ve yalanlarla dolu faşizan filmi, kısa sürede medya ve sosyal medya gündeminin ilk sırasına yerleşti. Film, YouTube’da üç günde yaklaşık üç milyon izlendi.
Hali vakti yerinde orta sınıfın ırksal kaygılarına seslenen filmin senaryosuna göre, 2043’te Araplar Türkiye nüfusunun çoğunluğu haline gelmiştir. Azınlık durumuna düşen Türkler baskı, ayrımcılık ve şiddete maruz kalmaktadır. Türk gençlerinin çoğu işsizdir ve küçük bir kısmı da en kötüsünden bir iş bulabildiğinde kendisini şanslı saymaktadır. Devletin yönetimi Arapların eline geçmiş, resmi dilin Arapça olması gündeme getirilmiştir. Türk dili ve kültürü ortadan kaldırılmaktadır.
Bu film yayınlandıktan kısa süre sonra, aşırı sağcı kampanya nedeniyle durumun kendi kontrolünden çıkmasından korkan hükümetin müdahalesiyle, Emniyet Genel Müdürlüğü bir basın açıklaması yaptı. Açıklamada Hande Karacasu’nun ve Twitter’daki “Militer Doktrin” adlı bir hesabın yöneticisinin gözaltına alındığı ve manipülasyon nedeniyle haklarında adli işlemlere başlandığı duyuruldu. Karacasu ertesi gün serbest bırakıldı.
Bu tür provokasyonlar, daha önce aşırı sağcı unsurlar tarafından sığınmacıların öldürülmesine ve pogrom girişimlerine neden olmuştu. Geçtiğimiz Kasım ayında İzmir’de üç Suriyeli sığınmacı yakılarak öldürülürken, Ağustos ayında yüzlerce kişiden oluşan aşırı sağcı bir güruh Ankara’da Suriyelilerin yaşadığı bir mahalleyi basmıştı.
1 Mayıs’ta Adana’nın Doğankent mahallesinde yaşanan olaylar tehlikenin ne kadar büyük olduğuna dair yeni bir uyarıdır. Haberlere göre, Suriyeli sığınmacılarla Türkiye yurttaşları arasında yaşanan bir kavgadan sonra Suriyelilerin evlerine saldırılar düzenlenirken, olaylarda dört kişi yaralandı.
Büyüyen aşırı sağcı ve sığınmacı karşıtı kampanyaya karşı ileriye giden tek yol, işçi sınıfının her türden şovenizmi ve milliyetçiliği reddeden enternasyonalist sosyalist birliğini sağlama mücadelesinden geçmektedir. Bu, dünya çapında sığınmacı karşıtı kampanyaya uzlaşmaz biçimde karşı çıkan tek siyasi eğilim olan Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin (DEUK) Türkiye şubesi olarak Sosyalist Eşitlik Partisi’ni inşa etmek demektir.