Sosyalist Güç Birliği neyi temsil ediyor?

Türkiye Komünist Partisi (TKP), Sol Parti, Türkiye Komünist Hareketi (TKH) ve Devrim Hareketi tarafından 20 Ağustos’ta yapılan “Ülkemizin Geleceğine Birlikte Sahip Çıkıyoruz” başlıklı bir açıklama ile Sosyalist Güç Birliği’nin (SGB) kurulduğu ilan edildi.

COVID-19 pandemisinin devam ettiği, NATO’nun Ukrayna’da Rusya ile savaşının ve ABD’nin Çin’e karşı artan provokasyonlarının insanlığı nükleer bir üçüncü dünya savaşıyla tehdit ettiği koşullarda, Türkiye 2023’teki cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerine doğru ilerliyor. Hayat pahalılığı artar ve yoksulluk derinleşirken, işçi sınıfı içinde büyüyen muhalefet fiili grevler biçiminde kendisini dışa vurmaya başlıyor ve sınıf mücadelesi yoğunlaşıyor.

Geniş kitleler içinde, hem Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın iktidardaki “Cumhur İttifakı”nın hem de ona “alternatif” olma iddiasındaki başlıca burjuva muhalefet partilerinden oluşan “Millet İttifakı”nın, egemen sınıfın işçi sınıfına düşman siyasi temsilcileri olduğu ve hiçbir temel toplumsal sorunu çözemeyeceği algısı giderek gelişiyor.

Bu ortamda, Stalinist ve sahte sol örgütler tarafından kurulan SGB’nin kuruluş açıklaması, uluslararası işçi sınıfının değil ama Türkiye’deki hali vakti yerinde orta sınıfın çıkarlarına dayanan bir ulusalcılık ve sahte anti-emperyalizm programı öne sürüyor. Yanlış adlandırılmış SGB’nin temel işlevi, yükselen toplumsal muhalefeti “sol” adına kapitalizmin güvenli kanallarına yönlendirmeye ve gerçekten devrimci sosyalist bir işçi sınıfı alternatifinin gelişimini engellemeye çalışmaktır.

Burjuva Kürt milliyetçisi Halkların Demokratik Partisi (HDP) önderliğinde kurulan ve Türkiye İşçi Partisi (TİP), EMEP gibi diğer başlıca sahte sol partileri içeren orta sınıf ittifakın da temel işlevinin bu olduğu vurgulanmalıdır. Onların arasındaki başlıca ayrım, stratejik değil taktikseldir. Her iki sözde “sol” ittifak da özünde burjuvaziye yönelmekte, ulusalcı, parlamentarist bir reform programı öne sürmekte ve işçi sınıfına dayanan bir uluslararası sosyalizm programını reddetmektedir. Bununla birlikte, SGB bileşenlerini HDP önderliğindeki ittifaka katılmamaya iten şey, Türk milliyetçiliğinin baskın gelmesidir.

SGB’nin kuruluş açıklaması, ulusalcı orta sınıf sahte sol siyaset ile Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi (DEUK) ve onun Türkiye’deki destekçileri olan Sosyalist Eşitlik Grubu (SEG) tarafından savunulan uluslararası Marksist-Troçkist perspektif arasındaki kapanmaz uçurumu açıkça ortaya koymaktadır.

Açıklamada, 2020 yılı başından bu yana Türkiye’de ve dünya çapında egemen sınıfların canice politikası nedeniyle önlenebilir milyarlarca enfeksiyona ve milyonlarca ölüme yol açan pandemi hakkında tek bir kelime bulunmamaktadır.

Resmi rakamlara göre, dünya çapında yaklaşık 6,5 milyon ve Türkiye’de ise 100 bin insan COVID-19’dan hayatını kaybetti. Dünyada gerçek ölüm sayısının 20 milyonu geçtiği hesaplanırken, Türk Tabipleri Birliği (TTB) Pandemi Çalışma Grubu Üyesi Güçlü Yaman’ın hesaplamalarına göre, 23 Ağustos itibarıyla Türkiye’deki fazladan ölüm sayısı 300.000’e ulaştı.

Egemen sınıfın pandemiye yanıtı, işçileri tehlikeli koşullarda kâr yaratmak üzere çalışmaya zorlarken mali sermayeye işçi sınıfından devasa bir servet aktarmak oldu. Türkiye’de ve dünya çapında enflasyon hızla artarken işçi sınıfının yaşam koşullarına eşi görülmemiş bir saldırı yapılıyor.

SGB’nin halen devam eden bu felaket hakkındaki sessizliği basit bir unutkanlık meselesi değildir. Bu, sahte sol güçlerin egemen sınıfın işçi sınıfına karşı izlediği pandemi politikasına suç ortaklığı yapmasının bir ifadesidir. Bu politika, burjuva muhalefet partilerinin ve sendikaların onayıyla hayata geçirilmiştir. Bu bağlamda, DİSK Genel Sekreteri ve Birleşik Metal-İş Başkanı olan Adnan Serdaroğlu’nun ve CHP ile bağlantılı birçok figürün SGB açıklamasını imzalaması bir tesadüf değildir.

DEUK ve SEG ise, başından beri pandemiyi durdurmak ve hayatları kurtarmak üzere uluslararası işçi sınıfını bilimsel bir halk sağlığı politikası uğruna harekete geçirme mücadelesi veriyor. Bu, Çin’de başarıyla uygulana Sıfır COVID politikasının küresel ölçekte hayata geçirilmesi demektir. Çıkarları işçi sınıfının sömürüsünün devam etmesine ve mali piyasaların istikrarına dayanan hali vakti yerinde orta sınıfın siyasi temsilcileri olarak SGB ve diğer sahte sol akımlar ise, bırakalım böyle bir program öne sürmeyi, pandeminin şiddetle devam ettiği gerçeğiyle bile ilgilenmemektedir.

NATO’nun Ukrayna’da Rusya’ya karşı yürüttüğü savaşa doğrudan değinmeyen açıklamada, “Emperyalizmin yeni savaş cepheleri açarak coğrafyamızı yıkıma sürüklediği, savaş örgütü NATO’nun yayılmacı politikalarını en tehlikeli savaş senaryolarıyla hızlandırdığı bir dönemde yıllardır dile getirdiğimiz hedef daha da acildir: Türkiye NATO’dan çıkmalıdır. Ülkemizdeki yabancı üsler kapatılmalıdır,” deniyor. Ne var ki, SGB’nin, uluslararası işçi sınıfının Ukrayna’daki NATO-Rusya savaşını sona erdirmesi ya da üçüncü dünya savaşı tehdidini devrimci yoldan ortadan kaldırması gibi bir perspektifi bulunmuyor. Dahası, Türk ve Kürt burjuvazisinin NATO’nun bölgedeki onlarca yıllık emperyalist savaşlarındaki suç ortaklığına da değinilmiyor.

SGB’nin burjuvaziye yönelimi, “Bağımsız ve egemen bir Türkiye için emperyalizme karşı mücadelede kararlıyız” cümlesinde açıkça gözler önüne serilmektedir. Burada sözü edilen, uluslararası sosyalist devrimin parçası olarak Türkiye’de kurulan bir işçi iktidarı değil, mevcut burjuva egemenliğinin reforme edilmesidir. SGB’nin sınıf işbirlikçisi sözde “anti-emperyalizmi” ile işçi sınıfının emperyalizme karşı uluslararası sosyalist devrim programı temelinde seferber edilmesini savunan Troçkist anti-emperyalizm, taban tabana zıttır.

SGB’nin Türk milliyetçisi karakteri, açıklamada Türkiye’deki temel demokratik sorun olan Kürt sorununa tek kelimeyle bile değinilmemesinde kendini açıkça göstermektedir. SGB, “Yurttaşlığın tesis edilerek etnik, dinsel, mezhepsel ve toplumsal cinsiyetten kaynaklı farklılıklar nedeniyle ayrımcılığın ve karşıtlıkların ortadan kaldırıldığı, herkesin eşit ve kardeşçe yaşayacağı özgür bir cumhuriyet hepimizin özlemidir,” diyor. Bu ifadelere Millet İttifakı veya Cumhur İttifakı da itiraz etmeyecektir.

Yüzyılı aşkın bir geçmişe sahip uluslararası bir sorun olan Kürt sorunu, son kırk yılda on binlerce cana mal olmuş ve özellikle ABD’nin 1990’da Körfez Savaşı’nı başlatmasından beri Ortadoğu’daki emperyalist müdahalelerle iç içe geçmiştir. Bugün halen eski HDP liderleri de dahil olmak üzere binlerce Kürt siyasetçi antidemokratik bir şekilde hapsedilmektedir.

Kürt halkının on yıllardır devam eden ezilmesi, Lev Troçki’nin Sürekli Devrim Teorisi’nde açıkladığı üzere, emperyalizm çağında burjuvazinin temel demokratik sorunları çözmekten aciz olduğunun en somut kanıtlarından birini oluşturmaktadır. Kürt sorunu da dahil bu sorunların çözümü, ezilen kitleleri arkasına alan işçi sınıfının, uluslararası sosyalist devrimin bir parçası olarak Ortadoğu’daki emperyalizm destekli burjuva rejimleri devirerek iktidarı ele geçirmesi ve gerçekten demokratik bir sosyalist federasyon kurmasıyla mümkündür.

Bununla birlikte, Sosyalist Eşitlik Grubu, Kürt halkının temel demokratik taleplerinin derhal karşılanması için mücadele eder: Kürtçe resmi dil haline getirilmeli, devlet okullarında anadilinde eğitim başlatılmalı, Kürt dilinin ve kültürünün önündeki tüm engeller kaldırılmalı, tüm siyasi tutuklular serbest bırakılmalıdır.

SGB’nin açıklamasında, egemen sınıfların dünya çapında işçi sınıfına ve demokratik haklara karşı otoriter rejim ve diktatörlük yöneliminden bağımsız bir şekilde, Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetinin “İslamcı gericiliği” vurgusu hâkimdir. Açıklama “AKP, yirmi yıllık iktidarı boyunca Cumhuriyet’in kazanımlarını tek tek ortadan kaldırarak tam boy piyasacı ve işbirlikçi bir siyasal İslamcı rejimi kurdu” ifadeleriyle başlıyor.

Gericiliğe karşı mücadele, İslamcı AKP’ye, tarikatlara ve cemaatlere karşı bir mücadele olarak ele alınıyor. Oysa İslamcı gericilik ve laikliğin aşındırılması AKP ile başlamamıştır. Saltanatın ve hilafetin kaldırılması gibi son derece önemli demokratik kazanımlara rağmen, Türk burjuvazisi, iktidarını dayandırdığı toplumsal güç ilişkileri nedeniyle, gerçek bir laikliği tesis etmekten aciz olduğunu kanıtlamıştır. Bütün bir Türkiye Cumhuriyeti tarihi, Troçki’nin Sürekli Devrim Teorisi’ni bir kez daha doğrulayacak şekilde, temel demokratik bir mesele olarak gerçek laiklik uğruna mücadelenin ancak işçi sınıfının bir bütün olarak burjuva egemenliğine karşı sosyalizm uğruna mücadelesinden geçtiğini ortaya koymaktadır.

SGB’nin açıklaması, işçi sınıfına karşı burjuvazinin sözde “ilerici” kanatlarına, bu durumda Millet İttifakı’na yönelen bir “halk cepheciliği” örneği sunmaktadır. Açıklamada işçi sınıfı, sınıf mücadelesi, sosyalizm, sosyalist (kurulan birliğin ismi hariç), işçi hükümeti veya işçi iktidarı gibi Marksizm sözlüğünde yer alan ifadeler yer almazken, halk (9 kere), ülke (12) ve yurtsever (2) gibi Stalinizmin anti-Marksist cephaneliğindeki sözcükler baskındır.

SGB, “Ülkenin ve halkın geleceği hakkında tüm kararların, yerli ve yabancı sermaye ile gericiliğin ve emperyalizmin çıkarlarını temsil eden, siyasi iktidarın tek bir kişide toplandığı bu ucube rejim ortadan kaldırılmalıdır,” diyor ve ekliyor: “Emekçi halkın siyasete güçlü bir biçimde katılımını sağlayacak, seçim sistemi de dâhil olmak üzere, bütünlüklü bir mekanizma kurulmalıdır.”

Sosyalist Eşitlik Grubu, 2017’deki tartışmalı referandumun ardından kurulan başkanlık rejiminin kaldırılmasını, “terörle mücadele” dahil tüm antidemokratik yasaların yürürlükten kaldırılmasını ve Erdoğan’ın gitmesini savunmaktadır. Ancak işçi sınıfının bağımsız devrimci seferberliğiyle kurulacak bir işçi iktidarı dışında, Erdoğan’ın gitmesinin ve başkanlık sisteminin kaldırılmasının bir “demokrasi baharı”na yol açacağı iddiası bir yalandan ibarettir. SEG, kitlelerin karşı karşıya olduğu yakıcı sorunların burjuva egemenliği ve kapitalist kâr sistemi içinde, ulusal temelde çözülemeyeceğini vurgulamaktadır. Bu uluslararası, sınıf temelli Marksist yaklaşım göz ardı edildiğinde, her siyasi girişim yalnızca burjuvazinin farklı hiziplerinin desteklenmesiyle sonuçlanacaktır.

Açıklamada geçen “bütünlüklü bir mekanizma” ifadesi, burjuvazinin ekonomi ve işçi sınıfı üzerindeki egemenliğinin yeni bir ambalajla kaplanmasından başka bir şey değildir. Nitekim açıklamada AKP ve faşist Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) oluşturduğu Cumhur İttifakı’nın NATO ve Avrupa Birliği yanlısı rakibi Millet İttifakı’na bir kere değiniliyor. Millet İttifakı Kemalist Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), aşırı sağcı İYİ Parti, İslamcı Saadet Partisi ile Demokrat Parti ve AKP’den kopan DEVA ve Gelecek partileri gibi diğer sağcı partilerden oluşuyor.

Açıklamada “Millet İttifakı’nın sağ ve sermaye yanlısı karakteri ile politikalarının ülkemizin ve halkımızın gerçek sorunlarına çözüm olamayacağı açıktır” ifadesi yer alıyor. Bununla birlikte, Sosyalist Güç Birliği’nin bileşenlerinin önceki açıklamaları ve pratikleri, Millet İttifakı’na muhalefetin ilkesel olmadığını ve özellikle cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan karşısında Millet İttifakı adayını “kötünün iyisi” olarak desteklemeye tamamen açık olduklarını ortaya koymaktadır.

Nitekim TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan, Ocak ayında verdiği bir röportajda açıkça şunları belirtmişti: “Çok net söyleyeceğim anlaşılsın diye. İkinci turda diyelim ki Erdoğan’la Kılıçdaroğlu yan yana geldiler. Biz Erdoğan’a ilişkin sözümüzü zaten söylüyoruz. Kılıçdaroğlu ve genel olarak muhalefete ilişkin sözümüzü gene çok net bir biçimde söyleriz. Ama ‘Türkiye’nin önünden Erdoğan çekilsin ki alternatifin çözüm olmadığını halk görsün’ deriz ve Kılıçdaroğlu için oy isteriz.”

22 Ağustos Pazartesi günü CHP güdümündeki Halk TV’de SGB’ye ilişkin soruları yanıtlayan Okuyan, “Mevcut alternatiflere teslim olmayacağız ama aynı zamanda Erdoğan’ın yeniden seçilmesine yardımcı olmayacağız” diyerek cumhurbaşkanlığı seçimimin ikinci tura kalması halinde Erdoğan’ın karşısındaki adaya destek verebileceklerini yineledi. TKP yalnızca, sanki CHP lideri Kılıçdaroğlu solcuymuş ya da burjuva sağcı Millet İttifakı’nın gösterdiği bir aday gerçekten solcu olabilirmiş gibi, “sağcı” bir aday çıkarılmamasını şart koşuyor. TKP ile bir bölünmeden doğan ve HDP ile ittifak yapan TİP’in de tek “şart”ının bu olması, bu partilerin sola yönelen işçilerin ve gençlerin kafasını karıştırmak ve burjuvaziyi desteklemek konusunda ilkesel olarak hemfikir olduklarının altını çizmektedir. 

TKP, Stalinist Yunanistan Komünist Partisi’nin (KKE) kardeş partisidir. WSWS’nin açıkladığı üzere, “KKE, tarihi Sovyet bürokrasisinin karşıdevrimci suçlarına batmış ulusal bir Stalinist partidir. O, devrimcilerin Stalinist rejim tarafından ortadan kaldırılmasını desteklemiş ve Yunanistan’daki Troçkistlerin katledilmesini örgütlemiştir… KKE, hem Yeni Demokrasi’nin hem de PASOK’un burjuva hükümetlerini destekledi ve onlara katıldı.” KKE gibi TKP de Troçkizm ve işçi sınıfı karşıtı bir partidir ve 1930’ların Büyük Terörü de dahil olmak üzere Stalinizmin suçlarını ve yalanlarını savunmaya devam etmektedir. TKP’nin yayınevi, sözde tarihçi Grover Furr’un 1930’ların Stalinist yalanlarını yeniden üreten kitaplarını yayımlamaktadır.

SGB’nin bir diğer önemli bileşeni olan Sol Parti de daha 2019 yerel seçimlerinde CHP ve faşist MHP’den kopan aşırı sağcı İYİ Parti ile bir seçim ittifakı kurmuştu. Sol Parti’nin önceli Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nin (ÖDP) lideri ve şu anda Sol Parti PM üyesi olan Alper Taş, 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde Millet İttifakı’nın İstanbul Beyoğlu Belediyesi başkan adayı olarak yarıştı ve İYİ Parti ile ortak seçim kampanyası yürüttü.

Sol Parti/ÖDP, Yunanistan’daki sahte sol Radikal Sol Koalisyon’un (Syriza) kardeş partisiydi ve halen de öyledir. 2015 Ocak ayında AB’nin Yunanistan’a dayattığı kemer sıkma politikalarını sona erdirme vaatleriyle seçilen Syriza, vaatlerine açıkça ihanet ederek Yunan işçi sınıfına yönelik en büyük toplumsal saldırılardan birini gerçekleştirmiştir. Syriza gibi Sol Parti de Avrupa emperyalizminin hizmetindeki Avrupa Solu Partisi’nin (PEL) üyesidir. Onların İspanya’daki müttefikleri olan Podemos, pandemi konusunda “bırakın yayılsın” politikası uygulayarak yüz binlerce insanın önlenebilir ölümüne yol açan hükümette yer almaktadır. İspanya’daki PSOE-Podemos hükümeti, işçi sınıfının toplumsal koşullarına ve sığınma hakkı da dahil olmak üzere demokratik haklara yönelik büyük bir saldırı gerçekleştirmektedir.

Bununla birlikte, yine TKP’den çıkan bir parti olan Türkiye Komünist Hareketi’nin (TKH) Millet İttifakı ile ilgili farklı bir yaklaşım ilan etmiş olması, SGB’nin ilkesiz ve pragmatist temelini vurgulamaktadır. 22 Mart’ta yaptığı bir açıklamada TKH, “başta CHP olmak üzere düzen güçlerini ve burjuva partilerinden herhangi birini desteklemeyecek, onlar adına oy istemeyecektir,” diye ilan edilmişti.

Tamamen sınıf işbirlikçisi, ulusal-oportünist bir program ortaya koyan bu Stalinist partiler ittifakının işçi sınıfına sunabileceği ilerici hiçbir şey yoktur. Aksine, uluslararası müttefiklerinin, Stalinizmin ve sahte solun sicili, işçi sınıfına düşmanlıklarını ve burjuvaziye hizmet etme potansiyellerini kanıtlamaktadır.

SGB gibi sahte sol ittifakların manevraları ya da 2023 seçimlerinin sonuçları ne olursa olsun, kapitalizmin küresel krizinden ve burjuva egemenliğinden kaynaklanan temel sorunlar varlığını sürdürecektir: pandemi, nükleer bir üçüncü dünya savaşı tehdidi, artan hayat pahalılığı ve toplumsal eşitsizlik, otoriter rejim ve diktatörlük yönelimi.

Bu sorunları çözebilecek tek toplumsal güç, dünya çapında harekete geçmeye başlayan uluslararası işçi sınıfıdır. İşçi sınıfına karşı kurulan her türden burjuva ve küçük burjuva ittifaka cepheden karşı çıkan Sosyalist Eşitlik Grubu, gelişmekte olan bu harekete dünya sosyalist devrimi stratejisi temelinde bağımsız devrimci bir perspektif sunan tek siyasi eğilim olan DEUK’un Türkiye şubesini kurma yolunda ilerlemektedir. Bu perspektifle hemfikir olan herkesi, işçi sınıfının devrimci önderliği olarak Sosyalist Eşitlik Partisi’nin inşasına katılmaya çağırıyoruz.

Loading