Putin’in ilhak konuşması ve Rus milliyetçiliğinin iflası

Yazar, Rusya’da sosyalist enternasyonalizm temelinde Ukrayna’nın istila edilmesine ve ABD-NATO emperyalizminin Rusya’ya karşı vekâlet savaşına karşı çıkan Troçkist bir örgüt olan Bolşevik Leninistlerin Genç Muhafızları’nın bir temsilcisidir.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin 30 Eylül Cuma günü iktidardaki rejimin dört yeni bölgeyi, yani Ukrayna’nın doğu ve güneydoğusundaki Donetsk, Luhansk (Lugansk), Herson ve Zaporijya bölgelerini referandum yoluyla Rusya’ya bağlama adımlarını meşrulaştırmaya yönelik uzun bir konuşma yaptı.

Konuşma, Rusya ile NATO arasında genişleyen bir çatışma tehlikesinin altını çizdi, zira Putin rejimi artık ilhak edilen Ukrayna topraklarını kendi toprakları olarak görecek ve Harkov bölgesindeki Rus yenilgilerinin ardından kısmi bir seferberlik ilan edilmesinin de teyit ettiği üzere, bu topraklar için çok daha aktif bir şekilde savaşacak.

Putin konuşmasında, Ukrayna’nın dört bölgesinin ilhakını haklı göstererek, “Halk seçimini yaptı, açık bir seçim,” dedi. Referandumların sonuçlarına ilişkin resmi rakamlar gerçekten de şaşırtıcıdır: tüm bölgelerde yüzde 97 veya daha fazla oranda ilhak yönünde oy kullanılmıştır ve açıklanan oran da nüfusun katılımının çok yüksek olduğunu göstermektedir.

Ancak şunu sormak gerekir: Başkenti de dahil olmak üzere bölgenin neredeyse yarısı Ukrayna Silahlı Kuvvetleri tarafından kontrol edilirken Zaporijya’da bir referandum düzenlemek nasıl mümkün oldu? Putin rejiminin buna verecek bir cevabı yok. Muhtemelen rakamlar uydurulmuş ve abartılmıştır.

Aynı durum referandumların yapıldığı diğer bölgeler için de geçerlidir. Donetsk bölgesinin yarısı Ukrayna’nın kontrolü altında. Bölgenin tamamının Rus kuvvetlerinin kontrolü altında olduğu tek yer Luhansk bölgesidir. Ancak orada bile, yayınlanan sonuçların doğruluğunun açıklığa kavuşturulması gerekiyor.

Putin sözlerini şöyle sürdürdü: “Topraklarımızı her yolla savunacağız. Yıkılan tüm şehir ve kasabaları yeniden inşa edeceğiz. İşletmeleri, altyapıyı ve sağlık sistemlerini geliştireceğiz.” İlk cümle, Putin rejiminin bir kez daha nükleer savaş tehdidinde bulunduğunu göstermesi bakımından özel bir ilgiyi hak etmektedir.

Eğer bir nükleer savaş çıkarsa, işletmelerin, altyapının ve sağlık sisteminin “geliştirilmesi” söz konusu olmayacaktır. Hükümetin COVID-19’a verdiği gerici yanıt sonucunda Rusya’da yaklaşık 400.000 kişinin öldüğünü hatırlatmak yeterlidir. Üstelik bu sadece resmi rakamlardır. Putin rejimini sağlık hizmetlerinin ve sosyal altyapının “geliştirilmesi” konusunda daha önce harekete geçmesini engelleyen neydi?

Putin rejiminin vaatlerinin temel nedeni, egemen oligarşinin, kapitalizmin kötüleşen krizinin ortasında, bağımsız çıkarlarının peşinden gitme tehdidinde bulunan işçi sınıfından duyduğu ciddi korkudur. Putin rejiminin Batı emperyalizminin saldırısına karşı ulusal-şovenist yanıtı için istikrarlı bir “iç cephe”ye son derece ihtiyacı olduğundan, korku tüm bu vaatlerin arkasındaki ana nedendir.

Putin konuşmasında “Bizi bir sömürge olarak görmek istiyorlar,” diyor. “Eşit işbirliği değil, yağma istiyorlar,” diyor.

Putin’in Rusya’nın sömürgeleştirilmesi ve parçalanması tehdidiyle ilgili sözleri şüphesiz doğru olmakla birlikte, bu sözler aynı zamanda hem Batı emperyalizmiyle “eşit işbirliği” uman hem de hammadde kaynakları bakımından zengin bir ülkedeki ayrıcalıklı konumunu koruma mücadelesinde nükleer silah kullanma tehdidinde bulunan Rus egemen sınıfının ikili psikolojisinin de altını çizmektedir. Emperyalist güçlere yönelik kınamalarla dolu aynı konuşmada Putin, Kremlin’in “Avrupa ve ABD de dahil olmak üzere tüm dünyadaki” “fikirdaşları”na atıfta bulundu.

Putin, ABD-NATO emperyalizminin yarattığı tehdide karşı ulusal-şovenist yanıtına sahte bir şekilde ilerici bir ton katmaya çalıştı. Örneğin konuşmasının bir bölümünde, 20. yüzyılda sömürgecilik karşıtı hareketi başlatanın Rusya olmasından gurur duyduğunu söyledi. Bu, 21 Şubat’ta yaptığı bir konuşmada 1917 Ekim Devrimi’ni ve Lenin liderliğindeki sözde kötü Bolşevikleri kınayarak istilayı meşrulaştıran bir adamdan gelen oldukça ikiyüzlü bir ifadedir.

Aslında, eski Rus İmparatorluğu’nun emperyalist güçler tarafından parçalanmasını önleyen şey, enternasyonalist bir sosyalist devrim programına dayanan Bolşevik Devrimi ve Lev Troçki önderliğindeki Kızıl Ordu’nun verdiği mücadeledir. Bu program, şu anda Putin rejimi tarafından izlenen gerici milliyetçi politikalar ve atılan adımlarla siyasi olarak bağdaşmamaktadır.

Politikaları için kamuoyu desteğini genişletmeye çalışan Putin şunları söyledi: “Batı tarafından inşa edilen tek kutuplu dünya antidemokratik, yanlış ve baştan aşağı ikiyüzlüdür.” Bu kesinlikle doğru ancak Putin, Batı emperyalizminin bu özelliklerinin aynı zamanda Rus kapitalist devletinin de karakteristik özellikleri olduğunu unutuyor.

Putin sözlerini şöyle sürdürdü: “Dünya devrimci dönüşümlerin yaşandığı bir döneme girmiştir, bu dönüşümler temel niteliktedir, sadece kendi çıkarlarını ilan etmeye değil aynı zamanda bunları savunmaya da hazır olan yeni gelişim merkezleri oluşmaktadır.” Putin’den gelen bu sözler açıkça demagojik bir karaktere sahiptir. Emperyalist güçlerin liderleri dışında hiç kimse, devrimden Rus oligarşisi kadar korkmuyor. Ancak Putin, savaşa desteği arttırmak umuduyla, hükümetini ulusal bağımsızlığın savunucusu olarak göstererek halkın emperyalizme duyduğu nefreti istismar etmeye çalışıyor.

Putin, endişesinin Rus halkının bağımsızlığı değil, Rus oligarşisinin “Batılı ortaklarının” görüşlerini dikkate almadan Rusya’nın doğal kaynaklarını ve işçi sınıfını sömürme hakkı ve bağımsızlığı olduğunu belirtmiyor.

Putin, konuşmasını, iç savaş sırasında Bolşeviklerin Kızıl Ordu’suna karşı Beyaz Orduların mücadelesini destekleyen aşırı sağcı Rus milliyetçi ideolog İvan İlyin’in şu sözlerini alıntılayarak bitirdi:

“Eğer vatanımı Rusya olarak görüyorsam, bu Rusça sevdiğim, Rusça düşündüğüm, Rusça şarkı söylediğim ve Rusça konuştuğum; Rus halkının manevi güçlerine inandığım ve onun tarihi kaderini içgüdülerim ve irademle kabul ettiğim anlamına gelir. Onun ruhu benim ruhumdur; kaderi benim kaderimdir; acısı benim kederimdir; gelişmesi benim sevincimdir.”

Cuma günü Ukrayna, çatışmayı daha da tırmandıracak şekilde, hızlandırılmış NATO üyeliği için başvuruda bulundu. Ukrayna’da Rusya ile NATO arasındaki vekâlet savaşının gidişatı, nükleer silahların kullanılmasının mümkün olduğu açık bir çatışmaya dönüşme tehdidi yaratmaktadır. Tüm bunlar, tüm kapitalist ülkelerin egemen sınıflarının çılgınlığının altını bir kez daha çizmektedir.

Nihayetinde Putin’in tüm açıklamaları, emperyalizmin saldırısına karşı tepkisini ulusal-şovenizme dayandırdığını vurgulamaktadır. Başka türlü de olamaz, çünkü Putin Rusya’daki kapitalist restorasyon rejimini temsil etmektedir. Putin’in gerici politikaları, Stalinizmin yanlış ve açıkça karşıdevrimci politikaları nedeniyle Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra ortaya çıkan egemen Rus oligarşisinin sosyoekonomik rolünü yansıtmaktadır.

Oysa emperyalist savaşa karşı mücadele, devrimci bir strateji gerektirir. Bu da ancak Bolşeviklerin 1917’de Ekim Devrimi’ni gerçekleştirirken bağlı oldukları ilkeler temelinde mümkündür. Bu ilkelerin özü, işçi sınıfını dünya çapında kapitalist hükümetlere karşı dünya sosyalist devrimi programı temelinde seferber etmektir. Kapitalizmin tüm çelişkilerinin ve yarattığı sorunların çözümü ancak toplumun uluslararası düzeyde yeniden örgütlenmesi, daha doğrusu tüm ekonominin özel kâr için değil toplumsal ihtiyaçların karşılanması için yeniden örgütlenmesi çerçevesinde mümkündür.

Bu da bizi kaçınılmaz olarak işçi sınıfı içindeki devrimci önderlik krizini çözme sorununa getirmektedir. Yalnızca Troçkist hareket, işçi sınıfının gerçek öncü devrimci hareketini temsil etmektedir. Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin şubeleri Rusya’da, Ukrayna’da ve dünyanın dört bir yanında, işte bu temelde inşa edilmelidir.

Loading