İstanbul’daki terör saldırısı polis devleti uygulamalarını ve militarizmi güçlendiriyor

Pazar günü İstanbul’un en kalabalık merkezlerinden biri olan İstiklal Caddesi’nde sivilleri hedef alan terör saldırısı ikisi çocuk altı kişinin ölümüne yol açarken, yoğun bakımdaki yaralılardan ikisinin durumu ciddiyetini koruyor.

Son on yıllarda Türkiye’de ve dünya çapında düzenlenen sayısız terör saldırısının ardından olduğu gibi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümeti bu bombalı saldırıya halkın haber alma hakkını ve internet erişimini büyük ölçüde kısıtlayıp temel demokratik hakları askıya alarak yanıt verdi. Buna, fail olduğu iddia edilen kişinin Suriyeli olduğunun açıklanması üzerinden sosyal medyada aşırı sağcı güçler tarafından başlatılan sığınmacı karşıtı kampanya eşlik ediyor.

Dünya Sosyalist Web Sitesi, tüm işçileri, bu kirli saldırının egemen seçkinler tarafından milliyetçiliği ve militarizmi yükselterek işçi sınıfını bastırmak ve temel demokratik hakları ortadan kaldırmak için kullanılmasına karşı çıkmaya çağırıyor.

Adli tıp uzmanları, İstanbul'un popüler İstiklal Caddesi'nde meydana gelen patlamanın ardından çalışma yapıyor, 13 Kasım 2022, Pazar. [AP Photo/Ismail Coskun]

Yetkililer şimdiye kadar, İstiklal Caddesi’nde patlamaya neden olan bombayı yerleştirdiği iddia edilen şüpheli dahil olmak üzere 48 kişinin gözaltına alındığını açıkladılar. İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün dün yaptığı açıklamaya göre bombayı yerleştirdiği iddia edilen kadın şüpheli “PKK/PYD/YPG terör örgütü tarafından özel istihbarat elemanı olarak yetiştirilmiş” ve yaklaşık dört ay önce “Afrin-İdlib üzerinden Türkiye’ye eylem yapmak için kaçak yollarla” girmiş.

Saldırgan olduğu iddia edilen Suriye uyruklu Ahlam Albashır’in kaldığı eve Pazartesi sabahı erken saatlerde düzenlenen operasyonun görüntülerinde ve emniyette çekilen fotoğraflarında, şahsın dehşete kapılmış olduğu görülüyor.

Reuters’a konuşan ismi açıklanmayan üst düzey bir Türk yetkilinin failin IŞİD ile bağlantılı olabileceği ihtimalini dışlamadıklarını söylemesi, yetkililerin açıklamalarının güvenilirliği hakkındaki şüpheleri besliyor. Son aylarda Ankara ile Suriye’deki İslamcı vekilleri arasındaki gerilimler artıyordu. Bir süre önce Heyet Tahrir el Şam’ın (HTŞ) Türkiye’nin desteklediği “Suriye Milli Ordusu (SMO)” içindeki anlaşmazlıklardan yararlanarak TSK’nin ve vekillerinin kontrolündeki Afrin’e girdiği duyurulmuştu.

Emniyetin açıklamasında şahsın “PKK/PYD/YPG terör örgütünün Suriye Kobani’deki merkezinden İstanbul’da eylem talimatı alarak 13.11.2022 Pazar günü saat 16:20 sıralarında bombalı eylemi gerçekleştirdiğini ve kaçtığını beyan ettiği” iddia ediliyor.

Bununla birlikte, ne Albashır’in ne de gözaltına alınan 40’tan fazla kişinin avukatlarından herhangi bir açıklama ya da doğrulama gelmiş değil.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun yaptığı açıklamalar ise Türkiye ile ABD önderliğindeki NATO müttefikleri arasındaki gerilimlerin daha da artmasına işaret ediyor. Soylu, Suriye’de YPG’yi destekleyen ABD’yi alenen suçlayarak taziye mesajını reddettiklerini ilan etti: “Bize verilen mesajı aldık. Bize verilen mesajın ne olduğunu biliyoruz. Tekrar altını çizerek söylüyorum, ABD Büyükelçiliği’nin taziye mesajını reddediyoruz.”

Soylu, ABD’nin müttefikliğinin tartışmalı olduğunu ilan ederek şunları ekledi: “Kobani'ye kendi senatolarından para gönderen bir devletin müttefikliği tartışılmalıdır. Biz kimseye kalleşlik yapmıyoruz ama bu kalleşliklere tahammül edecek gücümüz de kalmadı. Aldığımız mesaja çok güçlü bir karşılık vereceğiz.” Soylu’nun “güçlü karşılık” taahhüdü, Suriye’deki YPG milislerine karşı yeni bir harekâta işaret ediyor olabilir.

Erdoğan hükümeti, 15 Temmuz 2016’daki NATO destekli darbe girişiminin ardından İslamcı vekilleriyle birlikte, YPG kontrolünde bir bölgenin ortaya çıkmasını engellemek için Suriye’ye çok sayıda harekât düzenledi ve ülkenin kuzeyinde birçok yeri işgal etti. Bu yıl Mayıs ayında Erdoğan, Türk ordusunun yeni bir askeri harekât hazırlığında olduğunu ilan etmiş ancak hem Suriye’nin kuzeydoğusunu işgal eden ABD hem de Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad rejimini destekleyen Rusya ve İran’ın karşı çıkması üzerine geri adım atmıştı.

Soylu, 2016’daki darbe girişiminden sonra darbenin arkasında ABD’nin olduğunu en açık dile getirenlerden biri olmuştu. Ankara’nın darbeci subaylara önderlik ettiğini iddia ettiği İslamcı vaiz Fethullah Gülen ABD’de ikamet etmeye devam ediyor. Erdoğan, Cumartesi günü Özbekistan’da yaptığı bir açıklamada bir kez daha ABD’yi ve Avrupalı müttefiklerini darbecileri korumakla suçladı.

Erdoğan şunları söyledi: “Şu anda bunlara kim sahip çıkıyor? Başta Yunanistan. Kaçıp Yunanistan’a gidiyorlar, kaçıp Avrupa’ya gidiyorlar. Hep buralara kaçtılar; Almanya’da, Fransa’da, Hollanda’da, Danimarka’da, İngiltere’de, Amerika’da yaşıyorlar. Ve bu adamı Amerika saklıyor. Kim saklıyor? Biden saklıyor… Bana terörün merkezi neresi diye sorarsanız; işte ben size şu anda bunu söylerim.” Erdoğan daha önce de Suriye’de “terörün kaynağının” ABD olduğunu söylemişti.

Diğer taraftan, T24’ün aktardığına göre ABD’nin Ankara Büyükelçiliği Soylu’nun iddialarına yanıt olarak yaptığı açıklamada “Amerika Birleşik Devletleri, terörün her şeklini kesin olarak kınamakta ve değerli NATO müttefikimiz Türkiye ile dayanışma içinde hareket etmektedir,” diye belirtti. Gerçekte ise Washington ile Ankara sadece Kürt sorununda değil ama çok daha önemlisi, Rusya’ya karşı savaş konusunda ciddi bir anlaşmazlık içindedir.

Dün PKK, YPG ve YPG’nin omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG), ayrı ayrı açıklamalarla İstanbul’daki terör saldırısıyla bir ilişkilerinin olmadığını iddia etti. PKK ayrıca bir süredir Türk ordusunun Irak’ta kendisine karşı devam eden operasyonlarında kimyasal silah kullandığını iddia ediyordu.

Fırat Haber Ajansı’nın (ANF) aktardığına göre, PKK açıklamasında “Bu olayla ilişkimizin olmadığı, doğrudan sivilleri hedeflemeyeceğimizi ve sivilleri hedefleyen eylemleri kabul etmediğimizi halkımız ve demokratik kamuoyu yakından bilmektedir… Bu olay sonrası özellikle Kobanê’yi hedef göstermeleri, planlarının yönünü ortaya koymaktadır,” deniyordu.

SDG komutanı Mazlum Abdi Twitter’dan yaptığı açıklamada “Güçlerimizin İstanbul saldırısıyla bir ilişkisi yoktur,” derken, YPG iddiaları “AKP ve Erdoğan tarafından hazırlanan planlı bir tiyatro oyunu” olarak niteledi.

Bununla birlikte, PKK ve PYD’nin üyesi olduğu Kürdistan Topluluklar Birliği (KCK) adlı çatı örgütünün liderlerinden Duran Kalkan, Nisan ayında Türk ordusunun Irak’taki PKK güçlerini hedef alan bir harekât başlatmasının ardından verdiği bir röportajda kentleri hedef alacaklarını söylemişti.

Kalkan şunları ilan etmişti: “Gerilla da savunma yapmıyor, saldırıyor, saldıracak. Hem de [Erdoğan hükümetinin] hiç beklemediği yerde, hiç ummadığı, hazır olmadığı yerde… Yani bu sadece böyle cepheden askeri hedefler düzeyinde, net mevzilerde değil, Kuzey Kürdistan'ın, Türkiye'nin her yerinde, AKP-MHP'nin bize saldırdığı her yerde olacak, kentlerde olacak. Her yer savaş alanı.”

Gerçek şu ki, ne ABD hükümetinin ne Ankara’nın ne de Kürt milliyetçisi güçlerin açıklamalarına güvenilebilir. ABD emperyalizmi, Stalinist bürokrasinin 1991’de Sovyetler Birliği’ni dağıtmasının ardından Irak’tan Afganistan’a, Libya’dan Suriye’ye bölgeyi savaş alanına çevirerek milyonlarca insanın ölümüne, milyonlarcasının da sığınmacı haline gelmesine yol açmıştır. ABD önderliğindeki NATO güçleri şimdi de Ukrayna’da Rusya ile savaşı tırmandırarak bir küresel nükleer savaş tehlikesi yaratıyorlar.

Hem Türk egemen seçkinleri hem de Kürt milliyetçisi önderlikler, bu otuz yıllık emperyalist savaşın ve beraberinde gelen felaketlerin büyük ölçüde suç ortaklığını yapmıştır. Ankara, Washington ile tüm anlaşmazlıklarına rağmen NATO’nun Ortadoğu’daki kritik bir müttefiki olmayı sürdürürken, PKK-YPG Suriye’de ABD’nin başlıca vekil gücü haline gelmiştir. Tüm bu güçler, Kürt halk dahil bütün ezilen halkların demokratik özlemlerinin düşmanlarıdır.

İstanbul’daki terör saldırısı, Ankara’nın hem dışarıda militarizmi hem de içeride toplumsal muhalefeti ve demokratik hakları bastırmak üzere polis devleti uygulamalarını tırmandırmasının önünü açmış durumda.  Resmi yıllık enflasyonun yüzde 85’e ulaştığı ve nüfusun yüzde 90’ının yoksulluk sınırının altında yaşadığı tahmin edilen Türkiye, eğer daha erken olmazsa 2023 Haziran’ında cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerine gidiyor. Giderek büyüyen bir toplumsal huzursuzlukla karşı karşıya bulunan Erdoğan, anketlere göre seçimleri kaybedebilir.

Emekçileri bölüp bastırmaya yönelik çabalara karşı, işçi sınıfının emperyalizm yanlısı tüm burjuva siyaset kurumundan bağımsız devrimci politikasının geliştirilmesi kritik önem taşıyor. Bu, Türkiye’de, Ortadoğu’da ve uluslararası ölçekte işçilerin ve gençlerin her türden milliyetçiliği ve militarizmi reddederek emperyalist savaşa ve burjuva egemenliğine karşı sosyalist bir program temelinde birleştirilmesi demektir.

Daha fazlasını okuyun

Loading