İstanbul 7. Asliye Ceza Mahkemesi, İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’na kamu görevlilerine “hakaret” suçu iddiasıyla 2 yıl 7 ay 15 gün hapis ve siyasi yasak cezası verdi.
Savcı cezayı az bularak derhal üst mahkemeye itiraz başvurusu yaptı. Kararın onaylanması halinde İmamoğlu makamını kaybedecek ve 2023 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olamayabilir. Kararın kesinleşmesi için üst mahkemeler tarafından onaylanması gerekiyor.
Türkiye’deki “hakaret” davalarının ve “siyasi yasak” kararlarının antidemokratik karakteri son derece açıkken, İmamoğlu davasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin müdahalesi inkâr edilemez boyuttadır. Karar duruşmasına kısa bir süre kala mahkemenin hâkimi değiştirilirken, Cumhuriyet gazetesi yeni hâkimin Adalet ve Kalkınma Partili (AKP) bir yöneticiyle fotoğrafını yayımladı. Ayrıca savcının bir AKP belediye başkanının yeğeni olduğu ortaya çıktı.
Sosyalist Eşitlik Grubu, Erdoğan hükümetinin siyasi baskısının ürünü olan bu kararı temel demokratik haklara yönelik açık bir saldırı olarak mahkûm eder. Bununla birlikte, bu karara ve Erdoğan hükümetinin polis devleti uygulamalarına yönelik ilkesel karşı çıkışımız, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) önderliğindeki burjuva ittifaka olan muhalefetimizi hiçbir şekilde azaltmaz.
Erdoğan’ın başlıca potansiyel rakibi İmamoğlu’na mahkûmiyet kararı, Türkiye’nin derinleşen bir ekonomik, toplumsal ve jeopolitik krizin ortasında 2023’teki cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerine doğru ilerlediği koşullarda geldi.
Ukrayna’da Rusya’ya karşı yürütülen savaş konusunda NATO müttefikleriyle anlaşmazlıklar yaşayan Erdoğan, Suriye’de ABD destekli Kürt milliyetçisi güçlere karşı kara harekâtı düzenleyeceğini ilan etmiş durumda. Bu olası harekât, CHP’nin ve “Altılı Masa”daki müttefiklerinin de desteğine sahip. Dahası, Erdoğan, geçtiğimiz günlerde, açıkça, Türkiye’nin yeni “Tayfun” adlı balistik füzelerin Atina’yı vurabileceğini söyleyerek Yunanistan ile gerilimleri daha da tırmandırdı.
Hükümetin, hayat pahalılığının görülmemiş şekilde arttığı bir ortamda tırmanan sınıf gerilimlerini bastırma amacı, milliyetçiliği, militarizmi ve polis devleti önlemlerini tırmandırmasında kritik bir rol oynuyor. Bu hafta Kocaeli’de bulunan Bekaert çelik fabrikasında işçiler, Erdoğan’ın yasal grevi “milli güvenlik tehdidi” gerekçesiyle yasaklanmasına meydan okuyarak fiili greve gittiler. Doğrusu, işçi sınıfı muhalefetinin patlamasının önlenmesi, Erdoğan hükümeti kadar burjuva muhalefetin de temel kaygısıdır.
İmamoğlu davasının kökeni 2019 yılına dayanıyor. İmamoğlu 2019’da Fransa’da yaptığı bir konuşmada hükümeti yerel seçimlerde kamu kaynaklarını kendi çıkarına kullanmakla suçlamış ve İstanbul’daki seçimi “YSK kararı ile iptal ettirerek kazanmak istediğini” belirtmişti.
İmamoğlu, aşırı sağcı İYİ Parti ile CHP’nin bir koalisyonu olan Millet İttifakı’nın adayı olarak, 31 Mart 2019’da yapılan yerel seçimlerde, AKP’li rakibini az bir farkla yenilgiye uğratmıştı. Yüksek Seçim Kurulu’nun, AKP’nin baskısıyla seçimin tekrarlanması kararı almasının ardından yapılan yeni seçimde İmamoğlu oy farkını 13.000’den 800.000’e çıkararak ezici bir zafer elde etmişti.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Fransa’daki açıklaması üzerinden İmamoğlu’nu hedef alarak, “Avrupa Parlamentosu’na gidip, Türkiye’yi şikâyet eden ahmağa söylüyorum. Bunun bedelini bu millet sana ödetecek.” demişti. İmamoğlu da Soylu’ya “… Tam da 31 Mart’ta seçimi iptal edenler ahmaktır, önce oraya bir odaklansın,” diye yanıt verdi.
Bunun üzerine İmamoğlu hakkında YSK üyelerine “ahmak” dediği gerekçesiyle hapis ve siyasi yasak talebiyle dava açılırken, İmamoğlu bu sözleriyle YSK üyelerini kastetmediğini, Soylu’ya yanıt verdiğini savundu.
Çarşamba günü İmamoğlu, kararın açıklanmasından kısa bir süre önce seçmenlerini İBB binasının bulunduğu Saraçhane’de toplanmaya çağırarak “İstanbul ve Türkiye, iradesine daha önce nasıl sahip çıktıysa bugün de çıkacaktır,” dedi. Kararın ardından düzenlenen mitingdeki konuşma platformunda İmamoğlu’na İYİ Parti lideri Meral Akşener’in yanı sıra EMEP ve Türkiye İşçi Partisi (TİP) gibi sahte sol örgütlerin liderleri de eşlik etti. 2019’daki yerel seçimlerde birçok sahte sol parti CHP’nin arkasında toplanmıştı.
Kararın “yok hükmünde” olduğunu ilan eden İmamoğlu, 2023’te yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerine işaret ederek şunları söylüyordu: “Bizim 2023 ideallerimiz var. Milletimizi aydınlık günlere taşımak adına 2023 yılında seçimlerde bu ülkenin üstüne çökmeye çalışan zihniyeti hep birlikte göndereceğiz. İstanbul’da başardık, Türkiye’de başaracağız.”
Perşembe günü de aynı yerde, CHP önderliğindeki “Altılı Masa”nın ortak çağrısıyla “Millet, İradesine Sahip Çıkıyor” başlıklı bir miting düzenlendi. Mitinge İmamoğlu’nun yanı sıra CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, İYİ Parti lideri Akşener, Erdoğan’ın eski kurmayları Ali Babacan (DEVA) ve Ahmet Davutoğlu (Gelecek Partisi) ile İslamcı Saadet Partisi’nin ve Demokrat Parti’nin temsilcileri katılarak konuşma yaptı. İstanbul Emniyet Müdürlüğü mitinge katılanların sayısının 25.000 olduğunu öne sürerken, İBB katılımın 200.000 kişi olduğunu belirtti.
Türkiye’nin bir “yol ayrımında” olduğunu ilan eden İmamoğlu, 2023’te cumhurbaşkanlığına adaylığının sinyalini vererek şunları söyledi: “Milletin egemenliğini kabul edenlerle milli iradeye alerjisi olanlar arasında bir tercih yapmak zorundayız. Bunun için ‘Altılı Masa’nın en çalışkan neferi olacağım.”
İmamoğlu şunları ekliyordu: “Onlardan ve onların dikte ettirdiği yok hükmündeki kararlardan korkmuyorum. Benim sığınacak hâkimlerim, savcılarım, mahkemelerim yok. Benim arkamda sizler varsınız. Bu masanın vatansever liderleri ve onların kurduğu Türkiye ittifakı var… İnanın 2023 çok güzel olacak.”
Çok sayıda sahte sol örgütün de destek verdiği bu iddiaların gerçekle bir ilgisi yoktur. Doğrusu, İmamoğlu ya da bir bütün olarak “Altılı Masa”, gerici Erdoğan rejimine “ilerici” bir alternatifi değil, sağcı bir rakibi temsil etmektedir. İttifakın AKP’den kopan iki partiyi, aşırı sağcı Milliyetçi Hareket Partisi’nden (MHP) kopan İYİ Parti’yi ve AKP’nin köklerinin dayandığı İslamcı Saadet Partisi’ni içeriyor olması, durumu özetlemektedir.
Bu ittifak, egemen sınıfın NATO yanlısı bir rakip hizbini temsil etmektedir ve işçi ve gençlik kitlelerinin karşı karşıya olduğu temel toplumsal ve demokratik sorunları çözmekten Erdoğan hükümeti kadar acizdir.
ABD ve Avrupa’daki siyaset ve medya kurumundan da mahkûmiyet kararını kınayan açıklamalar geldi. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price, ABD’nin karardan üzüntü ve hayal kırıklığı duyduğunu söylerken, Almanya’daki Bild ve Britanya’daki Independent gazeteleri İmamoğlu’na sempatilerini gizlemeden ondan Erdoğan’ın en büyük rakibi olarak söz etti.
ABD önderliğindeki NATO güçlerinin ve onların kontrolündeki uysal medyanın “demokrasi”den söz etmesi katıksız bir ikiyüzlülüktür. Türk ve Kürt egemen sınıfının da suç ortaklığıyla otuz yıldır Ortadoğu’da aralıksız savaş yürüten ve bütün toplumları mahveden NATO, bugün Ukrayna’da Rusya ile yürüttüğü vekil savaşı üzerinden tüm insanlığı bir nükleer yok oluşla tehdit ediyor. Üstelik bu güçler, uzun yıllar Erdoğan hükümetinin ateşli savunuculuğunu yapmışlardı.
Bir süredir Erdoğan’ın karşısındaki burjuva hizbi desteklemelerinin nedeni, esas olarak, Rusya’yla savaş politikası da dahil olmak üzere, Ankara ile jeopolitik konularda artan anlaşmazlıklardır.
CHP lideri Kılıçdaroğlu, önderlik ettiği ittifakın yöneldiği güçleri gösterecek şekilde, son dönemde ardı ardında Washington, Londra ve Berlin’i ziyaret ederek güçlü siyasi ve mali çevrelerle bir araya geldi. CHP’nin kısa süre önce ilan ettiği “Vizyon” programı, Türk burjuvazisinin başlıca örgütü TÜSİAD’ın projelerinin neredeyse bir tekrarıyken, “Altılı Masa”nın “yeni anayasa” taslağı Kürt sorunu başta olmak üzere Türkiye’deki milyonlarca emekçinin karşı karşıya olduğu temel demokratik ve sosyal sorunları görmezden gelmeyi sürdürüyor.
Erdoğan hükümetin temel demokratik haklara saldırısı ve yargıyı rakiplerine karşı kullanmasının uzun bir geçmişi bulunurken, CHP ve müttefiklerinin bu konudaki sicili de hiç temiz değildir. CHP, Erdoğan’ın milletvekili dokunulmazlığının kaldırılması yönündeki anayasa teklifini destekleyerek Kürt milliyetçisi Halkların Demokratik Partisi (HDP) milletvekillerinin hedef alınmasının önünü açmıştı. Dahası, 2019 yerel seçimlerden sonra Kürt illerinde seçilen çok sayıda HDP’li ya da Demokratik Bölgeler Partili (DBP) belediye başkanı antidemokratik bir şekilde görevden alınırken, CHP ve müttefikleri büyük ölçüde sessiz kaldılar.
CHP’nin suç ortaklığı nedeniyle altı yıldır hapiste bulunan HDP eski eş başkanı Selahattin Demirtaş, kararla ilgili yaptığı açıklamada kendilerinin hapse atılmasında CHP’nin kirli rolüne atıfta bulunmakla birlikte, “Yine de geç değil. Şimdi hep birlikte direnme ve hep birlikte kazanma zamanıdır,” diyordu.
İleriye giden yol, gerici Erdoğan rejimine karşı egemen sınıfın bir diğer emperyalizm yanlısı sağcı hizbini desteklemekten değil, işçi sınıfının burjuvazinin tüm hiziplerinden siyasi bağımsızlığını sağlamaktan geçmektedir. Bu, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin Türkiye şubesinin, yani Sosyalist Eşitlik Partisi’nin inşası anlamına gelmektedir.