Bir hafta önce Türkiye-Suriye sınırının iki tarafını da vuran büyük depremlerin ardından toplam ölü sayısı resmi olarak 35 bine yaklaşırken on binlerce insanın hâlâ enkaz altında olduğundan korkuluyor. Binlerce bina oturulamaz hale gelirken milyonlarca insan evsiz kalmış durumda. Birçok yerde temel sosyal hizmetler hâlâ sağlanamıyor. İki ülkede on milyonlarca insanı doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyen bir toplumsal felaket ve insani kriz söz konusu.
Türkiye’de, hem bölgede büyük bir depremin bekleniyor olmasına rağmen hiçbir önlem alınmaması hem de arama kurtarma ve yardım operasyonunun organizasyonunun topyekûn başarısızlığı, bu sosyal katliama olanak sağlayan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümetine ve bir bütün olarak kapitalist sisteme karşı muazzam bir toplumsal öfkeye yol açmış durumda.
Depremden etkilenen on ilde birçok yerde valiler ve bakanlar protesto edildi. En son Diyarbakır’da Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ı protesto edenler gözaltına alındı. Bununla birlikte, hükümet ve tüm egemen sınıf, toplumsal öfkenin patlayıcı olduğunun ve toplum geneline yayıldığının farkındadır.
Doğrusu, egemen sınıf bir toplumsal barut fıçısının üzerinde oturuyor. Erdoğan’ın deprem sonrası felaketi “kader”e bağlama çabalarına karşın, kitleler bu kadercilikle aynı fikirde değil ve kapitalist siyaset kurumuna yönelik güven ciddi ölçüde sarsılmış durumda. COVID-19 pandemisine karşı izlenen “bırakın yayılsın” politikasının üç yılda 300 bini aşkın fazladan ölüme yol açtığı Türkiye’de, eğer gerekli önlemler alınsaydı depremde kaybedilen on binlerce insanın hayata olabileceği düşüncesi hâkimdir.
Bu koşullarda, egemen sınıfın bir hizbinin de teşvikiyle son derece tehlikeli bir hedef saptırma kampanyası geliştiriliyor. Deprem bölgesinde, hiçbir şekilde yargılanmamış veya hüküm giymemiş kişiler, özellikle de Suriyeliler, “hırsız” veya “yağmacı” ilan edilerek dövülüyor ve bu anlar videoya çekiliyor. Polislerin de karıştığı görülen ve suç oluşturan bu görüntüler, sosyal medyada paylaşılarak meşrulaştırılmaya çalışılıyor.
Sosyalist Eşitlik Grubu, tüm işçileri, aydınları ve gençleri bu faşizan kampanyaya karşı çıkmaya çağırır. Sonuçları önlenebilir bir felakette 30 binden fazla insanın öldüğü ve on binlercesinin halen enkaz altında olduğu koşullarda, iddia edilen “hırsızlık” olaylarının ana gündem haline getirilmesi ve yargısız infazların meşrulaştırılması son derece bilinçli bir kampanyadır.
Deprem bölgesinde sevdiklerini ve evlerini kaybedenlerin ve onların acısını paylaşan milyonlarca insanın haklı öfkesi yalan haberlerle saptırılmaya çalışılmaktadır. Her zaman olduğu gibi toplumun en savunmasızları günah keçisi ilan edilmektedir.
Bu sağcı kampanya, hükümetin ve egemen sınıfın bu önlenebilir katliamdaki açık sorumluluğunu gizlemeye ve hatta aklamaya hizmet etmektedir.
Oysa bizzat Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın 2022 Ocak-Haziran raporunda böyle bir depremde yıkılacak binalar tek tek tespit edilmişti. AFAD raporları, devletin büyük depremlere hazırlıksız olduğunu ortaya koyuyordu. Hükümetin meclise getirdiği ama burjuva muhalefet partilerinin de karşı çıkmadığı “imar afları”nın bu yıkımlara ve kitlesel ölümlere zemin hazırladığı biliniyordu.
Bu koşullarda, siyaset kurumunun ve devletin en tepesinden en alttakilere kadar tüm sorumlular derhal kitle katliamından yargılanmalıyken, şu ana kadar hiçbir yetkili tutuklanmamıştır. Daha da büyük toplumsal felaketleri önlemek amacıyla İstanbul başta olmak üzere büyük depremlerin beklendiği yerlerde hızla depreme dirençli binalar ve kentler inşa edilmek üzere harekete geçilmeliyken, yine hiçbir şey yapılmamaktadır.
Bu faşizan kampanya, hükümetin, daha önce “münferit” dediği sözde “yağma” olaylarını olağanüstü hal ilanının gerekçelerinden biri haline getirmesiyle yoğunlaşmıştır. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Sözcüsü Ömer Çelik, Cuma günü yaptığı açıklamada “Yağma olayları karşısında son derece acımasız olacağız… Hayatları boyunca bu utançla yaşarlar,” demişti.
Millet İttifakı’nda yer alan İYİ Parti’den koparak ortaya çıkan Zafer Partisi, Suriyeli karşıtı yalan kampanyasında özellikle başı çekmektedir.
Partinin lideri Ümit Özdağ, depremden sonra Twitter hesabından çok sayıda yalan iddiada bulunarak Suriyelileri hedef gösterdi. İddiaların her biri yalanlanmasına rağmen Özdağ herhangi bir hukuki yaptırım korkusu olmadan yalanlarına devam etti.
Uzun bir süredir yabancı düşmanı kampanyayla faşizan bir hareket geliştirmeye çalışan Zafer Partisi, deprem sonrası gelişen devasa toplumsal öfkeyi ve hem hükümetin hem de burjuva muhalefetin acizliğini kendi çıkarına kullanmaya ve işçi sınıfını bölmeye çalışıyor.
Türkiye’de sığınmacı karşıtı kampanya bu deprem felaketinden sonra başlamadı. Türkiye’nin de dahil olduğu NATO güçlerinin 2011’de Suriye’de başlattığı rejim değişikliği savaşının yarattığı yıkımdan ve ölümden kaçarak Türkiye’ye sığınan milyonlarca Suriyeli, yıllardır başta burjuva muhalefet partileri olmak üzere tüm siyaset kurumu tarafından günah keçisi ilan edildi. Emperyalist güçlerin ve Türk burjuvazisinin suçlarının kurbanları, sınırın her iki tarafında da depremden sert biçimde etkilendiler.
Suriye’de halk, savaştan harap olan evlerinin depremlerde yıkımına tanık olmakla kalmadı. Emperyalist güçler Suriye’deki felaketi görmezden gelirken, ABD’nin ve Avrupa Birliği’nin felç edici yaptırımlar durumu daha da ağırlaştırdı.
Türkiye’de deprem bölgesinde yaşayan birçok Suriyeli de enkaz altında kaldı. Kurtulanlar, uzun yıllardır devam eden şoven kampanyanın da etkisiyle, çadır ve yiyecek gibi yardımlarda ayrımcılıkla karşılaştılar. Şimdi de yağmacı ve hırsız ilan edilerek hedef gösteriliyorlar.
İnsanların yargılanma haklarının ellerinden alınıp linç edilmeye çalışması, asıl olarak işçi sınıfına yönelik bir uyarıdır. Bugün en savunmasız olan Suriyelileri hedef alan bu faşizan şiddet, yarın bölgede depremzedelere yardım faaliyetlerinde yer alan işçilere ve gençlere yöneltilebilir. Bu şiddet, tarihin de açıkça gösterdiği üzere, asıl olarak işçi sınıfının gelişmekte olan hareketine yönelik bir tehdittir.
Doğrusu, egemen sınıf ve siyaset kurumu, deprem sonrasında devletin acizliğinin kitlelerin gözünde ortaya çıkmasından ve milyonlarca emekçinin ve gencin felakete kendiliğinden bir şekilde çok daha güçlü bir yanıt vermiş olmasından rahatsızdır.
Geçtiğimiz Pazartesi’den itibaren ülkenin ve dünyanın dört bir yanında on milyonlarca insan deprem bölgesindekilere yardım etmek üzere seferber olarak önemli bir dayanışma geliştirdi. Çok sayıda insan gönüllü olarak bölgeye gitti. Devletin elektrik, su, barınma, temizlik ve güvenlik gibi temel ihtiyaçları sağlayamadığı yerlerde arama kurtarma görevlilerine ve depremzedelere yardım etmeye çalışıyorlar.
Depreme dirençli kentler inşa etmek ve doğal afetlerin kitlesel katliama dönüşmesini engellemek mümkündür. Bunun için kitlelerin bu büyük seferberliğinin ve öfkesinin sosyalist bir programla donatılarak bilinçli hale getirilmesi ve bu felaketin nedeni olan kapitalist sisteme karşı harekete geçirilmesi gerekiyor. Bunun başarılmasının tek yolu, işçi sınıfının uluslararası birliğinin ve siyasi bağımsızlığının sağlanmasından geçiyor.