Türkiye’de 10 ili vuran ve Suriye’nin kuzeyinde yıkıma yol açan 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki iki depremin en yıkıcı sonuçlarından biri, Hatay’a bağlı Antakya ve çevresinde yaşandı.
Neredeyse tüm binalar yıkılırken hayat durdu, elektrik, doğal gaz ve su kesildi. Telefon şebekeleri iptal oldu. Şehrin dünya ile bağlantısı koptu. On binlerce insan göçük altında kaldı. Binaları terk etmeyi başaranlar ise sabaha karşı yataktan kalktıkları halleri ile çocuklarıyla, yaşlı ve hasta yakınlarıyla soğuk hava koşullarında onlarca saati dışarıda geçirerek çaresizce yardımın gelmesini beklediler. Resmi rakamlara göre, Hatay’da 7 binden fazla insan hayatını kaybetti.
Oysa tarihi Antakya kentini kapsayan bölgede büyük bir deprem beklenmedik bir durum değildi. Bilim insanları, tarihteki çok sayıda depreme ve büyük yıkıma dikkat çekerek uyarıda bulunuyordu. Defalarca yıkılıp yeniden inşa edilen Antakya, üç fay hattının üzerinde bulunuyordu. Bunlardan biri Kızıldeniz’den Amik Ovası’na uzanan Ölü Deniz fay hattı, ikincisi Doğu Anadolu fay hattı, üçüncü de Kıbrıs fay hattıydı.
Tarih boyunca en çok can kaybının yaşandığı depremlerin bir kısmı Antakya’da meydana geldi. 9. Köy haber sitesi, Şubat 2021’de, bölgede Roma İmparatorluğu dönemine kadar uzanan belgelenmiş deprem felaketlerinin tarihine dikkat çekmişti: Tahminlere göre 115 yılının Aralık ayında 7,5 şiddetinde meydana gelen depremde 260 bin kişi hayatını kaybetti. 526 yılının 29 Mayıs’ında 7 büyüklüğündeki depremde 250 bin kişi öldü. 458 yılının Eylül ayında yaşanan depremde 80.000 kişi; 588 yılı 31 Ekim’inde 60.000; 847 yılında 20.000; 30 Haziran 1170 tarihinde 80.000; 7 Aralık 1759’da ise 20.000 insan yaşamını yitirmişti.
13 Ağustos 1822 Halep Depremi’nde ise Gaziantep, Antakya ve İslahiye’nin yanı sıra bugün Suriye sınırlarında bulunan Lazkiye ve Halep bölgesi yerle bir olurken on binlerce insan yaşamını yitirdi. 3 Nisan 1872’deki depremde Antakya ve Samandağ’ın tamamı yıkıldı. 8 Nisan 1951’de de İskenderun’da 13 bina yıkıldı ve 6 kişi hayatını kaybetti.
Antakya’nın birinci dereceden deprem bölgesi olduğunun bilinmesine ve uzmanların yıllardır büyük bir deprem uyarısı yapmasına rağmen bu gerçekler 20 yıldır iktidarda olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümeti ya da yerel yönetimler tarafından görmezden gelindi.
Oysa Roma ya da Ortaçağ dönemlerinden farklı olarak günümüzde bilim ve teknoloji, insanlığın büyük depremlere bile can kaybı olmadan dayanabilecek binalar inşa etmesine olanak tanımaktadır. Ne var ki, depremden öncesine ya da sonrasına yönelik hayat kurtarıcı önlemler alınmadı. Binlerce yıl boyunca kaydedilen muazzam bilimsel ilerlemelere rağmen, on binlerce insan önlenebilir bir yıkımda hayatını kaybetti.
18 Aralık 2022’de Antakya’da etkisini hissettiren ve can kaybı olmayan depremin ardından Jeoloji Mühendisleri Odası Hatay İl Temsilcisi Rasim Can şunları söylemişti: “Deprem bir doğal afet değil bir doğa olayıdır, bu doğa olayını afete dönüştüren bizleriz. Biz bu coğrafyada yaşadığımız sürece deprem gerçeğini kabullenip sıkı önlemler almamız gerekmektedir.”
Can, önlemleri şöyle sıralamıştı:
1- Fay yasası acilen çıkartılmalı.
2- Toplanma yerleri oluşturulmalı.
3- Zemin-Yapı (Bina) ilişkisine önem verilmeli, zayıf zeminler üzerinde yapılan yapılar ve deniz kumu ile yapılan depreme dayanıksız yapılar yıkılıp yerine depreme dayanıklı binalar inşa etmeli.
4- Yapılacak yapıların Deprem Şartnamesi’ne uygun ve sıkı denetim altında olmalı.
5- Kentsel dönüşüm bina bazında değil bölgesel yapılmalı.
6- Halkı deprem konusunda eğitmeli.
Can, Şubat 2021’de 9. Köy haber sitesine verdiği demeçte Hatay’da birçok binanın zemininin sorunlu olduğunu vurgulamış ve şunları söylemişti: “Gevşek zeminlerin üstünde yüksek bina yapılması ve bir de bunun en kötü durumu da deniz kumu kullanılması. Hatay’daki yüksek katlı binaların özellikle de eski binalarda, Samandağ’dan deniz kumu taşınarak bu binalar yapıldı.”
Can ayrıca şunları ekliyordu: “Deniz kumu binalardaki demirleri çürütmüş, eski binaların dayanım güçleri kalmamış. Deniz kumu ile yapılan yüksek katlı binaların gözden geçirilmesi lazım. Kentsel dönüşümler bina değil, mahalle bazlı yapılmalıdır.”
Aynı haberde Hatay Mimarlar Odası Şube Başkanı Mustafa Özçelik, 17 binden fazla cana mal olan 1999 Marmara Depremi’nden sonra çıkan deprem yönetmelikleriyle birlikte binaların taşıyıcı sisteminin güçlendirildiğini belirterek “2000 yılından önceki binalar riskli kabul ediliyor. Antakya ve İskenderun’da çok fazla eski ve riskli bina var. Bu binalar hızla belirlenmeli ve bina olarak değil mahalle olarak kentsel dönüşüm yapılmalı. Bir deprem bölgesi için çok riskli binalar. Bu sorun seferberlikle çözülür,” demişti.
Ancak 6 Şubat depreminde 2000 yılından sonra inşa edilen binalar da yıkıldı. Bu da bazı örneklerde deprem yönetmeliğinin yetkiler tarafından uygulanmadığı anlamına geliyor. Ayrıca mecliste çıkarılan imar afları ile yönetmeliğe uygun olmayan binalara yasal statü kazandırıldı. Dahası, her tarafını binaların kapladığı şehirde büyük bir depremden sonra insanların toplanabileceği bir alan neredeyse kalmadı.
Dünya Sosyalist Web Sitesi, bu önlenebilir büyük yıkım ve can kaybının ardından Antakyalı depremzedelerle konuştu.
Bir okulda müzik öğretmenliği yapan Volkan, deprem sırasında binalarının yıkılmadığını, depremden hemen sonra eşi, 5 ve 7 yaşındaki çocukları ile dışarı çıktıklarını ancak güvenli bir açık alan bulamadıklarını söyledi: “Dışarısı kıyamet günü gibiydi. Sığınacağımız hiçbir boş alan yoktu. Hava soğuktu ve şiddetli bir şekilde yağmur yağıyordu. Yüzlerce kişi birbirlerini iterek artçı depremler ile sallanmaya devam eden binalardan kaçabilecekleri bir yer arıyorlardı.”
Volkan sözlerini şöyle sürdürdü: “Çok riskli olmasına rağmen ikamet ettiğimiz binanın alt katında bulunan garajdan arabamı çıkarmaktan başka bir şansım yoktu. Bölgeden sadece araba ile çıkılabilirdi. Bu arada enkaz altında kalan insanların çığlığı, binaların etrafından kaçan insanların bağrışmalarına karışıyordu. Küçük arabama arabası olmayan komşularımızı da aldık. Arabada toplam 8 kişiydik.”
Bir kıyameti andıran koşullarda binalar yıkılmaya devam ederken insanlar canlarını ve sevdiklerini kurtarmaya çalışıyordu: “Artçı depremler dolayısıyla binaların sağlı ve sollu yıkılmaya devam ettiği caddeden araba ile ilerlemeye çalıştık. Ancak trafik kilitlenmişti. Kimi insanlar gözümüzün önünde kalp krizi geçirdi. Kimse kimseye yardım edemiyordu. Sonunda çalıştığım okulun bahçesine vardık. Orası da oldukça kalabalıktı. Tuvalet yoktu. Arabalar hava soğuk olduğu için çalışır vaziyetteydi. Bu sebeple nefes almak oldukça güçtü. Ancak binaların üzerimize çökme riski olmayan o bölgedeki tek yer orasıydı.”
Volkan, evlerinden ya da enkazdan can havliyle kurtulan insanların “su, yiyecek, ceket” gibi temel ihtiyaçlarının olmadığını belirterek şöyle devam etti: “Bir gün sora arabamın aküsü bitti. Birçok arabanın yakıtı yoktu. Çocuklarımız soğukta, çorapsız, pijama ile mahsur kaldık. Depremin ilk dakikalarından itibaren bize yardım gelmesini bekliyorduk. 48 saat geçmesine rağmen hiçbir yerden, hiçbir yardım gelmedi. Çocuklarımızın donmasından korkuyorduk. Depremin üçüncü günü sabahında diğer şehirlerden insanların gönüllü olarak bize yardıma gelmeleri sayesinde hayatta kaldık.”
Antakya’da bir apartmanın üçüncü katında yaşayan Burcu, deprem öncesinde bir çiçekçi dükkânı işletiyordu. Burcu deprem anını ve nasıl hayatta kaldıklarını şöyle anlatıyor: “Deprem olur olmaz ben ve eşim 8 ve 5 yaşındaki çocuklarımızın odasına giderek onları kucakladık. Sanki asansörde gibiydik. Aşağıya doğru iniyorduk. Yere eğildik. Tavan ile yer arasında bir metrelik ara kalmıştı. Patlayan bir duvardan rüzgâr esiyordu. Oraya doğru sürünerek ilerledik. Birden kendimizi dışarıda bulduk.”
Burcu sözlerini şöyle sürdürdü: “Çıplak ayakla, yağmurlu ve soğuk havada cadde kenarında bulunan arabamıza doğru koştuk. Ancak arabamız göçük altında kalmıştı. Daha sonra belirli bir istikamete doğru ilerleyen insanları takip ettik. Mahalledeki insanlar ile bir okul bahçesinde toplandık. Çocuklarımız soğuktan ve korkudan titriyorlardı. Bir aile çocuklarımızı arabalarına aldı. Ben ve eşim dışarıda, yağmur altında, çıplak ayakla yardımın gelmesini bekledik.”
Burcu, ailesi ve okul bahçesindekiler de uzun bir bekleyişin ardından gönüllülerin yardımıyla hayata tutundular: “60 saat sonra başka bir şehirden gelen gönüllü bir yardımseverin verdiği battaniye, su ve bisküvi ile belki de ölümden kurtulduk. Devlet görevlilerini depremden üç gün sonra görebildik. İşyerimizi, evimizi, şehrimizi kaybettik. Ancak oturduğumuz binadan canlı olarak kurtulan tek aile bizdik. Tek tesellimiz çocuklarımızın yaşıyor olması.”
Antakya’da depremzedeler, deprem bölgelerindeki pek çok insan gibi, devletin çok geç yardıma geldiğini söylüyorlar. Gönüllülerin devletten önce depremzedelere battaniye, su ve gıda gibi hayati ihtiyaçları ulaştırabilmeleri ve arama kurtarma çalışmaları başlatmaları, devletin deprem öncesi için olduğu gibi deprem sonrası için de korkunç seviyede hazırlıksız olduğunu gözler önüne serdi.
Hükümetin ve bir bütün olarak egemen sınıfın halkın can güvenliğine yönelik bu kayıtsızlığı, on binlerce binanın yıkılmasına ve enkaz altından canlı olarak çıkarılabilecek binlerce insanın hayatını kaybetmesine sebep oldu.