Perspektif

Donald Trump’ın seçilmesi üzerine

Donald Trump’ın seçilmesi, Amerikan demokrasisinin uzun süredir devam eden krizinde, sarsıcı yansımaları tüm dünyada hissedilecek kritik bir olaydır. Ocak 2021’de son başkanlık seçimini şiddet yoluyla ortadan kaldırmaya çalışmış faşist bir demagog, 2024 seçimlerini hem seçiciler kurulu hem de halk oylaması çoğunluğuyla kesin olarak kazandı. Kendisi 70 günden biraz daha uzun bir süre içinde Beyaz Saray’a geri dönecek.

Cumhuriyetçi başkan adayı, eski Başkan Donald Trump, Reading kentindeki Santander Arena'da düzenlenen bir kampanya mitinginde, 9 Ekim 2024 Çarşamba. (AP Photo/Alex Brandon)

Trump, siyasi zaferini Demokratik Parti’nin iflasına borçludur. Demokratik Parti’nin varlıklı orta sınıfın kimlik siyasetine saplantısı, enflasyonun işçilerin yaşam standartları üzerindeki yıkıcı etkisine karşı kibirli kayıtsızlığı ve Ukrayna’daki savaşa ve Gazze’deki soykırıma verdiği amansız destek, seçim bozgununa zemin hazırlamıştır.

Kapitalist basının önde gelen kalemleri daha şimdiden Trump’ın zaferinin siyasi sonuçlarını önemsiz gibi göstermeye çalışıyorlar. New York Times (NYT), “Bay Trump’ın seçilmesi ciddi bir tehdit oluşturuyor ama kendisi Amerikan demokrasisinin uzun vadeli kaderini belirlemeyecek,” diye yazıyor. NYT, okurlarını, Trump’ın bir “topal ördek” olacağını çünkü Anayasa tarafından bir dönem daha aday olmasının yasaklandığını söyleyerek yatıştırıyor.

Bu bir hüsnükuruntudur. Trump bunun son seçim olacağını ve destekçilerinin bir daha oy kullanmak zorunda kalmayacağını açıkça ilan etmiştir. Siyasi gerçek şu ki, Trump’ın seçilmesi, demir yumrukla uygulamayı planladığı eşi görülmemiş bir toplumsal karşıdevrim dalgasına zemin hazırlamaktadır.

Trump “diktatör” olma ve “içerideki düşmanı” ezmek için orduyu devreye sokma sözü vermiştir. Büyük Amerikan şehirlerini sıkıyönetim altına almayı gerektirecek bir operasyonla 11 milyon belgesiz göçmeni sınır dışı etmeyi planlamaktadır. Gelir vergisini kaldırmayı gündeme getirmiş ve zenginler için vergileri azaltmayı ve şirketlere yönelik kuralları kaldırmayı taahhüt etmiştir. Bu politikaların işçi sınıfı üzerinde yaratacağı yıkıcı etkiyi abartmak mümkün değildir.

Trump, siyasi bir kaza değildir. Nasıl başarılmış olursa olsun -ki bu Demokratik Parti’nin siyasi suç ortaklığını küçümsemek anlamına gelmez- ikinci bir Trump yönetiminin iktidara gelmesi, Amerikan siyasi üstyapısının ABD’de var olan gerçek toplumsal ilişkilere uygun olarak şiddetli bir şekilde yeniden düzenlenmesini temsil etmektedir.

Donald Trump sadece suçlu bir birey olarak değil, son otuz-kırk yılda şekillenen güçlü bir kapitalist oligarşinin temsilcisi olarak konuşmaktadır. Başını Elon Musk, Jeff Bezos, Peter Thiel ve Larry Ellison gibi isimlerin çektiği mega-milyonerler ve milyarderler, Amerikan toplumunun gerici bir şekilde yeniden yapılandırılmasını kendi çıkarları doğrultusunda gerçekleştirmek için Trump’tan yararlanıyorlar. Onlar 20 Ocak’taki yemin törenine kadar geçecek süreyi, Trump Beyaz Saray’a yerleşir yerleşmez uygulamaya koyacakları baskıcı ve sosyal açıdan gerici önlemlerin hazırlığını yapmak için kullanacaklardır.

Trump, siyaset kurumu içinde nüfusun büyük çoğunluğunun çıkarlarının dile getirilmemesinden faydalanabilmiştir. Harris’in kampanyası işçi sınıfına herhangi bir sosyal çağrıda bulunmaya karşı çıktı. Liz Cheney gibi nefret edilen savaş çığırtkanlarını destekleyerek ve kabineye Cumhuriyetçileri alma sözü vererek kampanyalarını en varlıklı seçmenlere yönelttiler.

Harris, Barack Obama ve diğer Demokratlar ülkeyi dolaşarak seçmenleri Harris’e oy vermemelerinin kadın düşmanlığının ya da ırkçılığın kanıtı olduğu konusunda uyardılar. Durmadan ırksal kimliğe ve toplumsal cinsiyet kimliğine başvurmalarını, yurt dışındaki savaşa tam bir destekle birleştirdiler. Demokratlar, İsrail’in Gazze’ye yönelik soykırım saldırısına daha fazla destek sözü verdiler ve Ukrayna’da Rusya’ya karşı ABD-NATO savaşının tırmandırılması çağrısında bulundular.

Demokratlar, ABD’de tırmanan sosyal krizi çözmek adına hiçbir şey sunmadılar, bunun yerine neredeyse oybirliğiyle bunun tersine inanan bir halka ülkeyi “doğru yolda” olarak takdim ettiler. Bernie Sanders ve Alexandria Ocasio-Cortez gibi figürler, Biden-Harris yönetiminin emekçiler için koşulları iyileştirdiği ve Harris’in “milyarder sınıfın” egemenliğine meydan okuyacağı gibi saçma bir yalanı öne sürdüler. Hillary Clinton’ın 2016’da işçi sınıfının “bir sepet dolusu zavallı” olduğu iddiasını taklit eden Biden, seçimin son günlerinde Trump’ın destekçilerini “çöp” olarak nitelendirdi.

Oy toplamları, 2020 toplamlarına kıyasla oy kaybetmiş görünen Trump’a verilen desteğin artmadığını; Demokratlara verilen destekte sarsıcı bir çöküş meydana geldiğini gösteriyor. Harris 2020’de Joe Biden’ın aldığından 10-15 milyon daha az oy almış olacak.

Harris, ülkenin her bölgesinde Biden’ın gerisinde kalmıştır. Demokratik Parti’nin çeşitli ırk ve toplumsal cinsiyet gruplarını kimlik çağrısı temelinde Harris kampanyasının arkasına çekme çabaları tamamen boşa çıkmıştır. Trump, nüfusun yüzde 50’sinden fazlasının beyaz olmadığı ilçelerde oy oranlarında en büyük artışı görmüştür. Sandık çıkış anketi verileri Harris’in Latin kökenli erkekleri ülke genelinde yüzde 54’e yüzde 44’lük bir farkla kaybettiğini göstermektedir. Biden 2020’de bu demografi içinde yüzde 59’a yüzde 39’luk bir farkla kazanmıştı.

Demokratların genç seçmenleri kazanma oranı da, sayısız gencin Gazze’deki soykırımın suç ortağı olan adaya oy vermeyi reddetmesi nedeniyle, 2020’ye göre önemli ölçüde düşmüştür. Harris, Biden’ın yüzde 65’e yüzde 31’lik oranına karşılık en genç seçmenleri sadece yüzde 56’ye yüzde 41 oranıyla kazanmıştır. Trump’ın ilk kez oy kullananlar arasında oyların çoğunluğunu alması, Demokratların varlıklı üst orta sınıfın dışındaki seçmenleri harekete geçiremediğinin bir işaretidir.

Doğrusu Harris sadece varlıklı kesimler arasında ilerleme kaydetmiştir. Harris, yılda 200.000 dolar ve üzeri gelire sahip seçmenler arasında yüzde 52’ye yüzde 44’lük bir oranla kazanarak Trump’ın 2020’de bu gelir grubunda elde ettiği az farkla galibiyeti tersine çevirdi. Trump 2020’de 100.000 ile 200.000 dolar arasında geliri olan seçmenler arasında yüzde 58’e yüzde 41’lik bir farkla kazanmışken, Harris yüzde 53’e yüzde 45 ile kazandı. Demokratlar aynı zamanda emekçilerin desteğinde de bir çöküş yaşadılar: Harris, gelirleri 30.000 ile 100.000 dolar arasında olan geniş nüfus içinde seçimi kaybetti. Biden 2020’de söz konusu nüfus içinde yaklaşık yüzde 57’ye yüzde 43’lük bir farkla kazanmıştı.

Seçmenlere derin bir sosyal öfke yön verdi. “Bugün ülkede işlerin gidişatından memnun olmadığını” söyleyen yüzde 43’lük seçmen kitlesi arasında Trump yüzde 54’e yüzde 44 ile kazandı. “Öfkeli” olduğunu söyleyen yüzde 29’luk kesim arasında ise Trump yüzde 71’e yüzde 27 ile galip geldi. Harris, nüfusun bugünkü ekonomik ve sosyal koşullar konusunda “coşkulu” olan küçük bir kesimi arasında yüzde 89’a yüzde 10’luk bir galibiyet elde etti. Mali durumlarının dört yıl öncesine kıyasla bugün “daha kötü” olduğunu söyleyenlerin toplam oranı iki kattan fazla artarak yüzde 45’e yükselirken, Trump bu seçmenler arasında yüzde 80’e yüzde 17’lik bir farkla kazandı.

Trump ve Cumhuriyetçiler, toplumsal bir barut fıçısını yöneteceklerinin ve uygulamayı planladıkları sağcı politikaların toplumsal öfkeyi daha da derinleştireceğinin çok iyi farkındalar. Stratejileri; kitlesel polis devleti baskısını, tüm sosyal sorunlar için göçmenleri günah keçisi ilan etmeye yönelik faşist bir kampanya ile birleştirmektir. Her ne kadar sandık çıkış anketleri seçmenlerin Trump’ın göçmenlere yönelik aşağılık saldırılarına kanmadığını gösterse ve büyük çoğunluk göçmenlerin topluca sınır dışı edilmek yerine vatandaşlığa giden bir yolu hak ettiklerine inandıklarını belirtse de, göçmen işçilere karşı, Trump’ın ilk dönemini gölgede bırakacak ölçekte büyük ve şiddetli bir saldırıya zemin hazırlanmaktadır.

Trump’ın demagojik bir biçimde savaşa karşı çıkma iddiaları, Demokratik Parti’deki iflah olmaz savaş kışkırtıcılarından oy koparmış olsa da, bizzat Trump Çin, İran ve Kuzey Kore ile tırmanan çatışmaları savunan acımasız bir emperyalist politikacıdır.

Demokratların Trump’ın seçim zaferine yanıtı, Harris’in Çarşamba öğleden sonra yaptığı teslimiyetçi açıklamadan da anlaşılacağı üzere, uzlaşma ve koalisyon arayışı olacaktır. Harris, Trump rejiminin diktatörlük karakteri hakkında hiçbir uyarıda bulunmamış ve geçiş sürecinde müstakbel Amerikan Führer’i ile işbirliği yapma sözü vermiştir. Demokratlar, Cumhuriyetçilerle temel öncelikleri olan savaşın tırmandırılması konusunda bir anlaşma sağlamaya çalışırken daha da sağa kayacaklar.

Trump’ın siyasi ve sosyal programının gerici karakteri yeterince açık hale gelecektir. Egemen sınıf devleti yeniden yapılandırmaya çalışırken, siyasetin de sınıf hatları temelinde yeniden yapılandırılması zorunludur.

WSWS Uluslararası Yayın Kurulu Başkanı David North’un yazdığı gibi:

Trump’ın seçilmesi, Demokratik Parti’nin işçi sınıfına yönelik herhangi bir programatik yönelimi uzun süredir ve oldukça kasıtlı olarak reddetmesinin feci bir sonucudur...

Amerika Birleşik Devletleri’nde yeni anti-Marksizm, uzun süredir devam eden antikomünizm geleneğiyle harmanlandı. İşçi sınıfı militanlığıyla bağlantılı sol siyaset ortadan kayboldu. Zenginliğin işçi sınıfı zararına toplumun küçük bir kesiminde yoğunlaşmasıyla ilgili her türlü ciddi kaygının yerini kimlikle ilgili şikayetler aldı.

Demokratik Parti tarafından teşvik edilen bu sağcı siyaset biçimini destekleyenler, şimdi seçimlere verilen yanıtların en iflas etmiş olanına başvuruyorlar: halkı suçlamak.

Gerçekte ise geçtiğimiz yıl, Gazze’deki soykırıma karşı kitlesel protestolardan, korporatist sendikal aygıtın kontrolünden kurtulmaya çalışan işçilerin grevlerinin istikrarlı bir şekilde artmasına kadar, siyasi ve toplumsal muhalefetin patlayıcı bir büyümesine tanık olunmuştur.

Bu mücadeleler siyasi olarak yönlendirilmelidir. Onlara, faşizmin ancak siyasi gericiliğin ve oligarşinin kaynağı olan kapitalist sisteme karşı bağımsız bir işçi sınıfı hareketinin geliştirilmesiyle durdurulabileceği anlayışı yol göstermelidir. İşçi sınıfına dayanan ve uluslararası bir stratejinin can verdiği, gerçekten sosyalist bir siyasetin “yeniden doğması” şarttır.

Sosyalist Eşitlik Partisi, Joseph Kishore ve Jerry White’ın seçim kampanyası boyunca, işçi sınıfını savaşa, eşitsizliğe ve bunları üreten kapitalist sisteme karşı uluslararası, sosyalist bir program temelinde harekete geçirmek için çalıştı. Bu program şimdi daha da büyük bir aciliyet kazanmıştır. Önümüzdeki dönemde, Sosyalist Eşitlik Partisi ve Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi, savaşa, diktatörlüğe ve eşitsizliğe karşı ve toplumun sosyalist dönüşümü uğruna, büyüyen işçi ve gençlik hareketinin önderliğini kazanmak için mücadele edecektir.

Loading