Beş yıl önce, 11 Mart 2020’de, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) COVID-19’u küresel bir pandemi ilan etti. Bu, 1918-1920 grip pandemisinden bu yana en kötü küresel halk sağlığı krizi haline gelecek, tüm dünya nüfusunun sağlığını ve yaşamını derinden etkileyecek ve her ülkede sosyal ve siyasi yaşamı istikrarsızlaştıracak kritik bir düğüm noktasıydı.
Bu kasvetli yıldönümü, her ülkenin siyaset kurumu ve şirket medyası tarafından neredeyse genel bir sessizlikle karşılandı. COVID-19’un her yıl dünya çapında milyonlarca insanı güçten düşürmeye ve öldürmeye devam etmesine rağmen, yayımlanan hemen hemen her köşe yazısı, pandeminin korkunç niteliğini küçümsemiş ve ondan geçmiş zaman kipiyle bahsetmiştir.
Pandeminin yarattığı toplam kaybı ölçebilmek de idrak edebilmek de oldukça zordur. Fazladan ölüm tahminleri, şu ana kadar dünya genelinde yaklaşık 30 milyon kişinin akut COVID-19 enfeksiyonu veya virüsün vücut üzerinde yarattığı sayısız olumsuz sağlık etkisi nedeniyle hayatını kaybettiğini göstermektedir.
İlk kez Mayıs 2020’de hastalar arasında kaydedilen Uzamış COVID, şu anda dünya genelinde 400 milyondan fazla insanı etkilemektedir. Çok sayıda çalışma, COVID-19’a neden olan virüs olan SARS-CoV-2’nin her organ sisteminde kalıcı hale gelebildiğini ve hatta kan-beyin bariyerini geçerek, genellikle güçten düşürücü olan 200’den fazla belgelenmiş semptom ürettiğini göstermiştir. COVID-19 enfeksiyonları kalp krizi, felç, böbrek hastalığı, akciğer hasarı, bağışıklık düzensizliği, çeşitli nörolojik bozukluklar ve daha birçok hastalık riskinin artmasıyla kesin olarak ilişkilendirilmiştir.
Çok sayıda bilimsel çalışma, Uzamış COVID geliştirme riskinin her yeniden enfeksiyonla daha da arttığını göstermiştir. Pandeminin yayılımını izlemek için artık tek güvenilir ölçüt olan atık su verileri, ortalama bir Amerikalının neredeyse dört kez COVID-19 geçirdiğini göstermektedir. Mevcut gidişatla bu rakam Mart 2030’a kadar kişi başına sekiz enfeksiyona ulaşacaktır. Benzer bir durum şüphesiz dünya genelinde de mevcuttur.
Bu felakete ne sebep oldu ve sorumlusu kim?
Dünya genelinde pandemiye yanıt olarak uygulanan ve sosyal açıdan suç teşkil eden politikaların kaynağı, en temel anlamda, dünyanın rakip ulus devletlere bölünmesine ve toplumsal ihtiyaçların özel kâra tabi kılınmasına dayanan kapitalist sistemdir.
Toplumu yöneten şirket-finans oligarşisi, kâr akışını ve borsanın yükselişini sekteye uğratacak hiçbir şey yapılmayacağına en başından karar verdi. Amaçları, pandemiyi kullanarak şu gerçeği ortaya koymaktı: burjuva hükümetlerinin her koşulda birincil önceliği ve politikalarının amacı onların zenginliklerini̇ ve sömürüyü artırmaktır.
WHO pandemiyi ilan edince, bilim camiasının tehlikeli bir yeni koronavirüs tespit edildiğinin farkına varmasının üzerinden iki aydan biraz fazla zaman geçmişti. En başından itibaren kritik bir zaman kaybedildi. Daha sonra ortaya çıktığı üzere, Trump yönetimi ve diğer hükümetler COVID-19’un yarattığı muazzam tehlikelerden Şubat 2020’nin başlarında haberdar edilmiş ancak kasıtlı olarak uluslararası bir müdahaleyi koordine etmemeyi tercih etmiş, bunun yerine “habis ihmal” politikasını benimsemişlerdir.
Şubat ortasına gelindiğinde, ABD’nin ve dünyanın ölümcül bir patojenle karşı karşıya olduğu ve hızlı bir şekilde harekete geçilmediği takdirde hastalığın yayılmasının dünya çapında milyonlarca insanın ölümüne yol açabileceği anlaşılmıştı. 29 Şubat 2020’de ABD’de ilk ölümün gerçekleşmesinden kısa bir süre sonra bu durum halk tarafından fark edildiğinde, genel bir şok yaşandı.
Viral bulaşmanın ilk merkez üslerindeki hastaneler hızla hasta akınına uğradılar. Sağlık emekçileri ya yetersiz kalan ya da mevcut olmayan koruma önlemleri nedeniyle enfekte olmamış veya ölmemişlerse, kırılma noktasına kadar zorlandılar. Morgların dolup taşması ve toplu mezarların kazılması her yerde rastlanan bir durum haline geldi. Hükümetlerin harekete geçip yaşama öncelik vermek için gerekli önlemleri alacağı beklentisinin yanı sıra ABD, İtalya ve dünyanın dört bir yanındaki bu dehşet verici sahneler kamuoyunun bilincine kazındı.
Fakat dünyada hayatları kurtarmak ve halkı korumak için gerekli önlemleri en başta uygulayan tek ülke Çin’di. Ocak 2020’de Çin işçi sınıfı içinde artan öfke, hükümeti 23 Ocak 2020’de Hubei eyaletinde kapanmalar, toplu testler, titiz temaslı takibi ve diğer köklü halk sağlığı önlemlerini içeren tarihi Sıfır COVID politikasına öncülük etmeye zorladı. Yetmiş altı gün sonra, Çin kapanmalardan kurtuldu ve nispeten normal hayatına devam etti. Takip eden iki buçuk yıl boyunca güçlü test ve izleme politikaları sürdürüldü. Ancak bunu, dünya emperyalizminin, Çin Komünist Partisi’ne (ÇKP) hayat kurtaran bu politikayı çöpe atması için baskı yapması takip etti. Bunun sonucunda 1-2 milyon insan hayatını kaybetti.
Çin dışında, Mart 2020 ortalarında koronavirüs dünyanın her metropol bölgesindeki işyerlerini ve okulları kasıp kavuruyordu. Bu durum otomotiv işçilerini, eğitim emekçilerini ve uluslararası işçi sınıfının diğer kesimlerini hayat kurtarmak için zaruri olmayan işyerlerini ve okulları kapatmaya zorladı.
Wall Street ve küresel finans merkezlerinde borsalar dibe vururken, siyaset kurumunun tüm çabaları bankaları kurtarmaya yöneldi. Egemen seçkinlerin temel önceliği, hayat kurtarmak ve virüsle mücadele etmek için sistematik bir program uygulamak yerine, kapitalizmi kurtarmak ve Wall Street’teki serbest düşüşü durdurmaktı.
22 Mart 2020’de New York Times, “imparatorluk habercisi”* Thomas Friedman tarafından kaleme alınan ve işe geri dönüş kampanyasının “Çare hastalıktan daha kötü olamaz” şeklindeki yeni sloganını ortaya koyan bir köşe yazısı yayımladı. Bu kampanya, her gün binlerce işçi ve emekli ölürken trilyonlarca doların zenginlere aktarılmasını başlatan CARES Yasası’nın kabul edilmesinin ertesi haftasında hız kazandı.
Tüm resmi söylem, sözde hayat kurtarmaktan ekonominin hızla yeniden açılmasına doğru kaydı. Bu, İsveç’te öncülük edilen kasıtlı kitlesel enfeksiyona yönelik “sürü bağışıklığı” politikasının yaygın bir şekilde desteklenmesiyle aynı zamana denk geldi. Bu sahte bilimsel politika, insanların bir kez COVID-19 ile enfekte olduklarında hastalığa karşı sonsuza kadar bağışıklık kazanacakları yönündeki uydurma iddiaya dayanıyordu. İnsanlık dışı karakterinin yanı sıra bu politika, 2002-2004 SARS-CoV-1 salgınının ardından belgelendiği üzere, koronavirüs enfeksiyonunun geniş kapsamlı sonuçlarına ilişkin tarihsel verileri göz ardı ederken, virüs hakkında tamamen yanlış varsayımlarda bulunuyordu.
Donald Trump’ın, Boris Johnson’ın, Jair Bolsonaro’nun ve onların uluslararası düzeydeki fikirdaşlarının her konuşmasına ve politikasına nüfuz eden bir “en güçlü olanın hayatta kalması” anlayışıyla, ısıtılıp yeniden önümüze getirilen öjenik ve faşizan kavramlar ortaya atıldı. Modern Malthusçuluk kampanyası, ölümün kutsanması niteliğini aldı.
ABD’de Joe Biden’ın seçilmesi köklü bir değişiklik getirmedi. “Bilimi takip etme” sözlerine rağmen Biden, halk sağlığının Wall Street’in taleplerine tabi kılınmasını sürdürdü. Modern bilimin gerçekten büyük bir başarısı olan hayat kurtarıcı aşıların yaygınlaştırılması, özel kâra ve aşı milliyetçiliğine tabi kılındı. Bugüne kadar, düşük gelirli ülkelerdeki insanların büyük çoğunluğu (örneğin Afrikalıların yüzde 68’i), iki doz bile aşılanmamıştır.
Başlangıçta “sadece aşı” stratejisi izleyen ve maske takma ve diğer halk sağlığı önlemlerinden aktif olarak caydırmaya çalışan Biden yönetimi, Kasım 2021’de son derece bulaşıcı ve aşıya dirençli Omicron varyantının ortaya çıkışını gizlenmemiş bir sevinçle karşıladı. Takip eden dönemde, tüm pandemi gözetim sistemini istikrarlı bir şekilde kaldırdı ve bir sonraki yaz Beyaz Saray, bitmeyen kitlesel enfeksiyon, ölüm ve güçten düşmeye yönelik “sonsuza kadar COVID” politikasını açıkça benimsedi.
COVID-19 pandemisine cevaben bilime yapılan iki partili (Demokrat ve Cumhuriyetçi) saldırı, halk sağlığı alanını felce uğratarak bir sonraki pandemiye zemin hazırlamıştır. Geçtiğimiz yıl Biden yönetimi, tarihsel olarak insanlar arasında yüzde 50 ölüm oranına sahip olmasına rağmen, H5N1 kuş gribinin sağmal inekler arasında yayılmasını durdurmak için hiçbir şey yapmadı.
Biden’ın, COVID-19’dan kaynaklanan kitlesel ölümleri ve güçten düşmeyi normalleştirmesi de dahil olmak üzere felaket getiren politikaları, Trump’ın Beyaz Saray’a dönüşü ve Robert F. Kennedy Jr.’ın Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’nın (HHS) 13 kurumunun başına geçmesinin onaylanması için gerekli koşulları yarattı. Aşı karşıtı dezenformasyonun dünyadaki en azılı savunucusu olan Kennedy, Teksas ve Güneybatı’da giderek büyüyen ve şu ana kadar iki kişinin ölümüne yol açan kızamık salgını karşısında aşılar konusunda şüphe uyandırmaya başladı bile.
Geçtiğimiz hafta Senato, Trump’ın Ulusal Sağlık Enstitüleri (NIH) başkanlığına seçtiği Jay Bhattacharya için onay oturumları düzenledi. “Sürü bağışıklığı” manifestosu olan Büyük Barrington Deklarasyonu’nun ortak yazarı olarak tanınan Bhattacharya, pandemi sırasında suç teşkil eden rolü hakkında tek bir Demokrat tarafından bile sorgulanmadı.
İkinci Trump yönetiminin ilk haftalarına, aralarında ABD’nin WHO’dan çekilmesinin de bulunduğu bir dizi endişe verici adım damgasını vurdu:
- ABD’nin WHO’dan çekilmesiyle pandemilerin takibi ve bunlara müdahale edilmesine yönelik küresel çabaların baltalanması;
- HHS bünyesindeki 13 kurumun tamamına uygulanan benzeri görülmemiş bir yayın yasağı emriyle hayati önem taşıyan halk sağlığı bilgisinin gizlenmesi;
- HHS, CDC, NIH ve FDA’da bilim insanları ve halk sağlığı uzmanlarını hedef alarak 5.000’den fazla çalışanın işten çıkarılması.
Trump yönetiminin temel amaçlarından biri, on milyonlarca Amerikalının hayatta kalmak için bel bağladığı Sosyal Güvenlik, Medicare ve Medicaid programlarını yok etmektir. Bu, yaşlıların ölüme terk edilmesini ve ortalama yaşam süresinin düşürülmesini amaçlayan iki partili pandemi politikalarının mantıksal uzantısıdır ve yakın zamanda yapılan bir araştırmaya göre bu sayede sosyal harcamalarda 156 milyar dolar tasarruf sağlanmıştır.
Pandemi, egemen seçkinlerin önemli bir bölümünün görüşünün daha fazla insanın ölmesi gerektiği yönünde olduğunu ortaya koydu. ABD’de Trump, Cumhuriyetçiler ve faşist milyarder Elon Musk gibi destekçileri tarafından temsil edilen bu kesim, hayatları kurtarmak için alınan önlemleri, yaşlılardan kurtulmak ve Sosyal Güvenlik, Medicare ve Medicaid harcamalarını kısmak için kaçırılmış bir fırsat olarak görülüyor.
Dünya Sosyalist Web Sitesi pandemi boyunca bilimsel gerçek uğruna amansız bir mücadele yürüttü. Hükümetlerin ve medyanın yalanlarını ifşa ettik, ilkeli bilim insanlarını saldırılara karşı savunduk ve pandemiye karşı uygulanabilir tek strateji olan küresel ortadan kaldırmaya (eleminasyon) yönelik bilimsel bir politikayı öne sürdük. WSWS tarafından başlatılan COVID-19 Pandemisine Yönelik Küresel İşçi Soruşturması, gerçeği ortaya çıkarma ve sorumlulardan hesap sorma kararlılığımızın bir kanıtıdır.
Pandemi hiçbir şekilde sona ermiş değildir. Yeni varyantlar ortaya çıkmaya devam ediyor ve kuş gribi gibi yeni patojenlerin tehlikesi ufukta görünüyor. Bu kış, COVID-19’un diğer solunum yolu hastalıklarıyla birleşmesi sağlık sistemlerini bir kez daha zorladı ve 20.000’den fazla Amerikalı mevsimsel gripten öldü. Bu bağlamda, WSWS aşağıdaki talepleri yinelemektedir:
- “Sonsuza kadar COVID” politikasına derhal son verilsin ve bilime dayalı halk sağlığı önlemleri uygulansın! Herkesin maske takması, kapsamlı testler ve temaslı takibi, tüm kamusal alanlarda daha iyi havalandırma ve pandemiden etkilenenler için mali destek bu önlemler arasındadır.
- Yeni nesil aşı ve tedavilerin araştırılması ve geliştirilmesi için büyük bir kaynak ayrılsın! Hayat kurtaran bu araçlara dünya çapında herkesin erişimini sağlanmalıdır.
- Toplum sosyalist ilkeler temelinde köklü bir şekilde yeniden düzenlensin! Halk sağlığının özel kârın önüne geçmesini ve tüm insanların ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlamanın tek yolu budur.
COVID-19 pandemisi, kapitalizmin kitle toplumunun sorunlarıyla başa çıkmaktan aciz olduğunu ve bu toplumsal sistemin ileri düzeyde bir gerileme içinde olduğunu gözler önüne sermiştir. İşçi sınıfı bundan gerekli sonuçları çıkarmalı ve sosyalist bir gelecek için mücadeleye atılmalıdır. Pandemiyi sona erdirmenin ve sömürüden, baskıdan ve önlenebilir ölümlerden arınmış bir dünya inşa etmenin tek yolu budur.
Dipnot
* Belén Fernández’in The Imperial Messenger: Thomas Friedman at Work (İmparatorluk Habercisi: Thomas Friedman İşbaşında) kitabına atıfta bulunuluyor.