Perspektif

Trump, Yabancı Düşmanlar Yasası’na başvurdu: Polis devleti diktatörlüğünün inşasında yeni bir aşama

El Salvador başkanlık basın ofisi tarafından dağıtılan bu fotoğrafta, cezaevi gardiyanları ABD'den sınır dışı edilenleri El Salvador'un Tecoluca kentindeki Terörizm Hapishanesi'ne naklediyor, 16 Mart 2025 Pazar. (AP aracılığıyla El Salvador başkanlık basın ofisi) [AP Photo]

Trump yönetimi Cumartesi günü 1798 tarihli Yabancı Düşmanlar Yasası’nı resmen yürürlüğe koyarak polis devleti diktatörlüğünün inşasında önemli bir adım attı. Beyaz Saray yüzlerce göçmeni sınır dışı etmek üzere derhal harekete geçerek, herhangi bir mahkemenin yürütmeyi durdurma kararını hiçe saydı.

1798 yılında Başkan John Adams döneminde Yabancılara Uygulanacak ve İsyana Teşvik Ceza Yasalarının bir parçası olarak kabul edilen Yabancı Düşmanlar Yasası, başkana düşman devletlerin vatandaşlarını yargı süreci olmaksızın tutuklama veya sınır dışı etme konusunda kontrolsüz bir yetki veriyor. Yasa bugüne kadar sadece üç kez kullanıldı: 1812 Savaşı, Birinci Dünya Savaşı ve en kötü ünlüsü, İkinci Dünya Savaşı sırasında Japon göçmenlerin ve Japonya kökenli Amerikalıların kitlesel olarak enterne edilmesini meşrulaştırmak için.

Daha önceki tüm vakalarda bu kanun resmi olarak ilan edilmiş bir savaş sırasında uygulanmıştı. Ancak Trump bu yasayı Venezuela hükümetiyle bağlantılı olduğu iddia edilen çetelere karşı tamamen hayali bir “savaş”ı meşrulaştırmak için kullanıyor. Trump’ın yayımladığı kararname, Tren de Aragua’yı (TdA), Amerika Birleşik Devletleri’ne “istila ve yağmacı bir saldırı” düzenlemek için Venezuela Devlet Başkanı Nicolás Maduro ile işbirliği yaptığı iddia edilen bir “yabancı terör örgütü” olarak niteliyor.

TdA üyesi olmakla suçlanan herkes, mevcut göçmenlik yasaları kapsamında yasal korumadan yoksun ilan ediliyor. Üyeliğin tespiti yalnızca başkanın iddialarına dayanılarak yapılıyor. Yani, Trump’ın herhangi bir yargı süreci olmaksızın vatandaş olmayan herhangi bir kişiyi tutuklama ve sınır dışı etme hakkına sahip olduğu ileri sürülüyor.

Belki de kararnamenin kendisinden daha da önemlisi, Trump’ın kararnamenin yayımlanmasından birkaç saat sonra sınır dışı kararını engelleyen bir yargı kararını hiçe saymasıdır. Federal Yargıç James Boasberg, ABD’nin Venezuela ile savaş halinde olmadığına hükmederek zincirlenmiş ve domuz bağı ile bağlanmış yüzlerce yolcuyu taşıyan uçakların geri dönmesini emretti.

Trump yönetimi bu emri görmezden gelerek uçakları El Salvador’a indirdi. Ülkenin faşizan Devlet Başkanı Nayib Bukele, El Salvador’un kötü şöhretli hapishane sistemini ve zorunlu çalışma kamplarını hem göçmenlere hem de Amerikan vatandaşlarına açmayı teklif etmişti.

Axios’a göre, uçakları geri çevirmeme kararı Trump’ın faşist Genelkurmay Başkan Yardımcısı Stephen Miller ve İç Güvenlik Bakanı Kristi Noem tarafından, uçakların zaten uluslararası hava sahasında olduğu ve dolayısıyla yargıcın kararının geçerli olmadığı gibi saçma bir gerekçeye dayandırıldı.

Beyaz Saray, Boasberg’in kararını temyize götürdü ve Başsavcı Pam Bondi, “teröristleri Amerikalıların güvenliğinden üstün tuttuğunu” iddia ederek yargıcı fiilen vatana ihanetle suçladı. Mahkemeler nihayetinde Trump aleyhine karar verse bile, hükümetin yargının emirlerine uymak gibi bir niyeti yok.

Trump yönetimi, Hitler’in faşist rejimini model alan açık bir diktatörlük kurma planını takip ediyor. Trump ve faşizm sempatizanlarından oluşan yakın çevresi, yasal ve anayasal kısıtlamaları sistematik bir şekilde yıkıyor ve her bir ihlal, daha da küstah bir şekilde mutlak güç iddiasına zemin hazırlıyor.

Hafta sonu yaşanan olaylar, sadece Gazze’deki soykırımı protesto ettiği için evinden alınıp Louisiana’daki bir göçmen hapishanesine nakledilen yasal daimi ikamet sahibi Columbia Üniversitesi öğrencisi Mahmoud Khalil’in yasa dışı bir şekilde kaçırılmasının ardından geldi.

Trump yönetiminin baskıları göçmenler ve yeşil kart sahipleriyle sınırlı kalmayacak. Bu adımların temelinde, işçi sınıfının kitlesel işten çıkarmalara, sosyal programlarda derin kesintilere ve hükümet çalışanlarının tasfiyesine karşı kitlesel direniş beklentisi yatıyor. Yönetim, demokratik hakların toptan ortadan kaldırılması ve tüm muhalefetin şiddetle bastırılması için yasal ve kurumsal zemini hazırlıyor.

Trump’ın Yabancı Düşmanlar Yasası’na başvurması, göreve başladığı gün imzaladığı başkanlık emirleriyle bağlantılıdır. Aynı emirler Ayaklanma Yasası’nı devreye sokma tehdidinde bulunuyordu. Tarihsel olarak grevleri ve toplumsal huzursuzlukları bastırmak için kullanılan bu yasa, Trump’ın muvazzaf askerleri ve Ulusal Muhafızları protestoculara, grevcilere ve ABD vatandaşları da dahil olmak üzere siyasi muhaliflere karşı harekete geçirmesine olanak verecek.

Trump, siyaset kurumu içinde ciddi bir direnişle karşılaşmayacağından emin bir şekilde hareket ediyor. Nitekim geçtiğimiz hafta sonunda Senato’daki Demokratlar, önümüzdeki altı ay boyunca hükümeti tamamen finanse edecek bir harcama tasarısının kabul edilmesini sağladılar.

Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin yazdığı gibi, bu bir “Yetki Kanunu” anlamına geliyordu. Demokratlar tasarıyı geçirirken tam olarak ne yaptıklarını biliyorlardı. Trump’a şu anda atmakta olduğu adımları atması için açık çek verdiler.

Senato Azınlık Lideri Chuck Schumer, Trump’ın harcama tasarısını desteklemek için öne sürdüğü yalan gerekçelerin ardından Pazar günü New York Times’a kapsamlı bir röportaj vererek Khalil’in tutuklanmasını destekledi ve soykırım karşıtı protestoları antisemitik olarak karaladı. Schumer, “[Khalil] yasaları çiğnediyse sınır dışı edilmelidir,” dedi. Ne aşağılık bir sahtekarlık! Khalil herhangi bir suçla itham bile edilmemiştir. Tutukluluğu yalnızca siyasi görüşlerinin Amerikan emperyalizminin çıkarlarına aykırı olduğu gerekçesiyle meşrulaştırılmıştır.

Bu bağlamda, Cornell Üniversitesi öğrencisi Momodou Taal’ın Cumartesi günü Profesör Mũkoma Wa Ngũgĩ ve öğrenci Sriram Parasurama ile birlikte açtığı dava son derece önemlidir. Britanyalı-Gambiyalı bir yüksek lisans öğrencisi olan Taal, Gazze soykırımına karşı protestolara katıldığı için Biden yönetiminin son aylarında sınır dışı edilmek üzere hedef alınmıştı.

Avukat Eric Lee ve Amerikan-Arap Ayrımcılıkla Mücadele Komitesi tarafından açılan dava, Trump’ın ifade özgürlüğünü hedef alan iki başkanlık emrinin yasa dışı ve anayasaya aykırı olduğunu savunuyor. Khalil ve diğerlerinin tutuklanmasına atıfta bulunulan davada, “Sadece bir diktatörlükte lider, yönetimini eleştirdikleri için siyasi muhalifleri hapse atabilir ve sürgün edebilir,” deniliyor.

Sosyalist Eşitlik Partisi bu davayı desteklemektedir. Bununla birlikte, hiç kimse mahkemelerin demokrasi krizine bir çözüm getireceği yanılsamasına kapılmamalıdır. Yargı sistemi kapitalist devletin bir parçasıdır ve giderek daha fazla sağcı yargıçla dolmaktadır. Ve Trump aleyhindeki kararları hiçe sayacağını açıkça ortaya koymuştur.

Siyasi diktatörlük, mali oligarşinin ekonomik diktatörlüğüyle ayrılmaz bir şekilde bağlantılıdır. Trump yönetimi, Medicaid, gıda pulları, Sosyal Güvenlik, kamusal eğitim ve diğer hayati sosyal programlara savaş açarken Anayasa’yı açıkça hor gören bir oligarşi hükümetidir. Yönetim, 10 bin posta emekçisinin işten çıkarılmasına, federal çalışanların toplu olarak işten çıkarılmasının yoğunlaştırılmasına ve savaşın ve zenginlere yönelik kurtarma paketlerinin bedeli için sömürünün devasa ölçekte arttırılmasına hazırlanıyor.

Bu saldırı Trump’la başlamadı; Wall Street’in her iki partisi tarafından on yıllardır hazırlanmakta olan bir saldırı bu. Trump bunu yeni bir düzeye taşıyor. Dahası, bu küresel bir olgudur. Dünya çapında kapitalist hükümetler kemer sıkma ve savaş politikalarına karşı muhalefeti bastırmak için otoriter yönetimlere yöneliyor.

İşçi sınıfı buna kitlesel direnişle karşılık vermelidir. Sosyalist Eşitlik Partisi, Trump’ın diktatörlüğüne, Demokratik Parti’nin suç ortaklığına ve şirketlerin yaşam standartlarına yönelik saldırılarına karşı işçileri ve gençleri seferber etmek üzere işyerlerinde ve mahallelerde şirket yanlısı sendikal aygıtlardan bağımsız taban komiteleri kurulması çağrısında bulunuyor.

Endüstriyel eylemlere sosyalist bir perspektif ve program yol göstermelidir. Diktatörlüğe karşı mücadele, onu doğuran kapitalist sisteme karşı mücadeleden ayrılamaz. İşçi sınıfı, mali oligarşinin mülksüzleştirilmesi, emperyalist savaş makinesinin parçalanması ve siyasi ve ekonomik iktidarı kendi ellerine alan bir işçi hükümetinin kurulması için mücadeleye atılmalıdır.

Diktatörlüğe karşı mücadele ancak ABD’de ve tüm dünyada sosyalizm uğruna mücadele biçiminde geliştirilebilir.