Çarşamba günü “yolsuzluk” ve “terör” iddialarıyla gözaltına alınan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu Pazar günü tutuklanarak cezaevine gönderildi.
Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin (DEUK) Türkiye şubesi olan Sosyalist Eşitlik Grubu, İmamoğlu’nun ve tüm siyasi mahpusların serbest bırakılmasını talep etmektedir.
İmamoğlu, CHP’nin Pazar günü yapılacak cumhurbaşkanlığı ön seçiminde tek adaydı ve son dönemdeki anketlerde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı geride bıraktığı görülüyordu. Cumhurbaşkanlığı seçiminin normal tarihi 2028 olmakla birlikte, anayasaya göre Erdoğan’ın yeniden aday olabilmesini sağlamak için bir erken seçimin olması da muhtemel.
Tüm iddiaları reddeden İmamoğlu “yolsuzluk” iddiasından tutuklanırken “terör örgütüne yardım” iddiasından serbest bırakıldı. İkinci iddia, CHP’nin Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM) ile kurduğu yasal seçim ittifakı olan “kent uzlaşısı”na dayandırılıyordu.
İmamoğlu ile birlikte 106 kişi hakkında gözaltı kararı verilmişti. İmamoğlu’nun yanı sıra İstanbul’daki Beylikdüzü ve Şişli belediyelerinin başkanları da tutuklandı. Gözaltına alınan 92 kişiden 48’i tutuklanırken, 41’i “yurt dışına çıkış yasağı ve adli kontrol” şartıyla serbest bırakıldı.
Kararların ardından İçişleri Bakanlığı İmamoğlu’nu ve diğer iki belediye başkanını görevden aldığını duyurdu. Belediye başkanının “terör örgütüne yardım” iddiasıyla tutuklandığı Şişli’ye ise kayyım atandı.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, yaptığı açıklamada şunları belirtti: “Ekrem İmamoğlu’nun suç örgütü kurmak ve yönetmek, rüşvet almak, irtikap, hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydetmek ve ihaleye fesat karıştırmak suçlarından tutuklanmasına, Şüpheli Ekrem İmamoğlu hakkında ise üzerine atılı silahlı terör örgütüne yardım etme suçundan kuvvetli suç şüphesi bulunmakla birlikte mali nitelikli suçlardan zaten tutuklanmasına karar verildiğinden bu aşamada gerek görülmemekle talebin reddine karar verilmiştir.”
İmamoğlu’nun tutuklanması kararı, görünüşe göre Erdoğan hükümeti tarafından çok önceden verilmişti. Mahkeme kararı şüphelilere okunmadan hükümete yakın medyaya sızdırıldı ve birçok yerde yayımlandı.
Başsavcılık ayrıca İmamoğlu’nun gözaltına alınmasının ardından yaptığı açıklamada ondan “suç örgütü lideri” olarak söz etmişti. İmamoğlu’nun adil yargılanma hakkının ve masumiyet karinesinin ihlal edildiğini belirten avukatı Mehmet Pehlivan, soruşturmanın hukuka aykırılığını şöyle açıklıyordu:
Yasal olmayan gözaltı, sözde kanıtlar, gizli tanıklar, normal tanık olmasına rağmen ismi belirtilmeyen ve bu sayede gizlenen tanıklar, yasal olarak elde edilmeyen ve Sayın İmamoğlu’yla da ilgisi olmayan ses kayıtları gibi gerçek dışı iddialara dayanan bu soruşturmanın hiçbir mantıki, hukuki ve ikna edici bir yanı bulunmamaktadır.
BBC Türkçe, tutuklamaya gerekçe yapılan gizli tanık ifadeleriyle ilgili şunları bildirdi: “Gizli tanıklar beyanlarında; farklı kişi ve kurumlardan bahsederek haksız kazanç elde etmek, rüşvet, yolsuzluk, usulsüzlük, bazı gazetecilerin finanse edilmesi, yerel seçim sürecinde para trafiği, CHP kurultayı döneminde delegelere para dağıtılmasının da aralarında bulunduğu çeşitli iddiaları dile getirdi ve bu iddialar İmamoğlu’na soruldu.”
Avukat ve CHP Milletvekili Mahmut Tanal da davanın siyasi olduğuna ve kararın önceden belirlendiğine ilişkin şunları belirtti: “Ekrem İmamoğlu’nun ifadesinin ardından yalnızca 20 dakika içinde 20 sayfalık gerekçeli karar hazırlanmış! Dakikada 1 sayfa… Bu kararın önceden yazılmadığına inanacak bir hukukçu yoktur. Ortada açıkça önceden hazırlanmış bir senaryo ve yargının araçsallaştırılması var.”
Erdoğan Cumartesi akşamı X/Twitter’da İmamoğlu’nu hüküm giymiş bir suçlu olarak gösterdiği bir dizi açıklama yaparak kararı önden haber vermişti. “Gelinen noktada şunu çok net görebiliyoruz: Mevcut yönetim altında CHP, seçmenlerinin taleplerini Meclise taşıyan bir parti değil, gözünü para bürümüş bir avuç belediye soyguncusunu aklayan bir aparata dönüşmüştür,” diyen Erdoğan “Belediyelerden nemalanan çıkar şebekeleri, CHP’yi boğazına kadar kire, pasa, çamura, yolsuzluğa, hukuksuzluğa bulaştırmış durumdadır,” diye ekliyordu.
İmamoğlu, tutuklanmasının ardından gönderdiği mesajda şunları belirtti: “Türkiye bugün büyük bir ihanete uyandı. Yürütülen yargı süreci bir adli işlem değildir. Tam bir yargısız infazdır. Milletimizi sorumluluk duygusu içinde hak mücadelesine davet ediyorum. Bu hak mücadelesi milletimizin ve evlatlarımızın geleceği meselesidir.”
İmamoğlu ayrıca seçmenleri CHP’nin ön seçimlerine katılmaya ve ardından mitinglerde yer almaya çağırdı. CHP, İmamoğlu’nun gözaltına alınmasının ardından yaklaşık 1,5 milyon üyesinin yanı sıra parti üyesi olmayanları da Pazar günkü ön seçimde dayanışma oyları kullanmaya çağırmıştı.
CHP, başından itibaren, İmamoğlu’nun gözaltına alınmasına yönelik kitlesel öfkeyi kontrolü altında tutmaya ve seçimlere yönlendirmeye çalışıyor. Bu yüzden CHP lideri Özgür Özel, tutuklama kararında dahi olumlu bir yan bulmayı başararak şunları söyledi: “Bir yanıyla İstanbul Büyükşehir yönetme iradesine bir kayyum atama ihtimalinin ortadan kalkması yönüyle önemlidir. Ama Başkanın hızla özgürlüğüne kavuşması için gerekli itirazlar yapılacaktır.” Özel, İmamoğlu’nun “terör” iddiasından tutuklanmamasının kayyım atanmasının önüne geçtiğini iddia ediyordu.
CHP’nin gelişen kitle hareketini dizginleme ve Erdoğan hükümetiyle uzlaşma çabaları, diktatörlük rejiminin inşasının arkasındaki aynı egemen sınıfın bir hizbini temsil eden ve yüzünü NATO’ya ve Avrupa Birliği’ne dönen CHP’nin demokrasiyi savunmaktan yapısal olarak aciz olduğunu bir kez daha göstermektedir.
İmamoğlu’nun gözaltına alınmasının ardından ülke genelinde patlak veren ve yüz binlerce kişinin katıldığı kitlesel protestolar, Erdoğan hükümetini olduğu kadar CHP yönetimini de ürküttü. Çünkü gençleri ve emekçi kitleleri sokaklara yönelten, demokratik hakları savunma dürtüsü kadar toplumsal eşitsizliğin ve krizin tırmanmasıdır. Kapitalist toplumsal sistemin ve burjuva egemenliğinin iflasının gündeme gelmesi ve buna devrimci bir alternatif aranması, CHP’nin istediği en son şeydir.
Özel, CHP’nin fazlasıyla soluna kayan geniş kitleleri kontrol altında tutabilmek için zaman zaman yerine getirmediği radikal söylemlere başvurdu. Bunlardan biri, Cumartesi akşamı resmi rakamlara göre 300 bin, CHP’ye göre 1 milyon kişinin toplandığı Saraçhane mitinginden kitleleri İmamoğlu’nun ifadesinin alındığı Çağlayan Adliyesi’ne götürmekti.
CHP, adliyenin çevresinde toplanacak yüz binlerce kişinin İmamoğlu’nun cezaevine götürülmesine engel olması, yani doğrudan devletle karşı karşıya gelmesi olasılığı nedeniyle bundan sessizce vazgeçti.
Erdoğan hükümetinin bir başkanlık diktatörlüğü inşasında yeni bir aşamaya geçilmesini ifade eden gözaltıların ardından öğrenciler başta olmak üzere geniş kitleler İstanbul Valiliği’nin dört günlük “eylem yasağı”na meydan okuyarak sokaklara döküldüler. Onları diğer illerdeki kitlesel protestolar takip etti. Ankara ve İzmir’de ilan edilen eylem yasakları da kâğıt üstünde kaldı. İstanbul’da valilik eylem yasağını dört gün uzatırken en kitlesel gösterinin düzenlenmesini engelleyemedi ancak polis Cumartesi günü 300’den fazla kişiyi gözaltına aldı.
Saraçhane mitinginde söz alan bir öğrenci, üniversitelerde başlayan boykotların Pazartesi gününden itibaren bir “genel grev, genel direniş”e dönüştürülmesi çağrısı yaptı. Bu, sadece hükümet yanlısı sendika konfederasyonlarının değil, CHP yanlısı DİSK gibi sendika konfederasyonlarının da kesinlikle engellemeye çalıştığı bir adımdır. Diktatörlüğe karşı ve demokratik hakları savunmak için böylesi bir siyasi genel grevin örgütlenmesi, ancak işçilerin kendi taban komiteleri üzerinden seferber olmasıyla mümkün olabilir.
İmamoğlu’nun gözaltına alınması ve ardından tutuklanması, ABD’de bir başkanlık diktatörlüğü inşa etmekte olan Donald Trump ile Erdoğan’ın 16 Mart Pazar günkü telefon görüşmesinden kısa süre sonra gerçekleşti. Trump’ın Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff, Cuma günü verdiği bir röportajda görüşmeyi “muhteşem ve dönüşümsel” olarak niteleyerek “olumlu şeylerin gelmekte olduğunu” öne sürdü.
Trump yönetimi, Ukrayna’ya yönelik planlarında ve Ortadoğu genelinde İran’ı ve müttefiklerini hedef alan saldırganlığı açısından Erdoğan hükümetini kritik önemde görüyor. Görüşmede Erdoğan’ın CAATSA yaptırımlarının sonlandırılmasının yanı sıra Türkiye’nin F-35 programına yeniden katılımı konularını gündeme getirdiği belirtildi.
İmamoğlu’nun tutuklanmasına retorik eleştirilerde bulunan Avrupalı güçler de ABD ile artan gerilimlerin ortasında Ankara ile ilişkileri can alıcı olarak görüyor. Erdoğan hükümeti Türkiye’yi “Avrupa’nın güvenliği” için vazgeçilmez ilan ederken, Türkiye’nin de Ukrayna’ya Avrupa önderliğindeki “Gönüllüler Koalisyonu” çerçevesinde asker gönderebileceği öne sürülüyor.
Demokratik hakların savunusu, emperyalist savaşa karşı mücadeleden ayrılamaz. CHP dahil kapitalist düzen partilerinin karşı safında yer aldığı bu mücadelenin sosyal tabanı, tüm toplumsal serveti üreten ve savaşın bedelini ödeyen işçi sınıfıdır.
İleriye giden yol, emekçilerin ve gençlerin sosyal ve demokratik hakları uğruna gelişmekte olan mücadelesini savaşa karşı mücadele ile birleştirecek bir devrimci önderliğin inşasından geçmektedir. Bu, DEUK’un Türkiye şubesi olarak Sosyalist Eşitlik Partisi’nin inşası demektir.