Perspektif

Avrupa hükümetleri Ukrayna savaşının müzakere yoluyla çözümüne karşı çıkıyor

ABD Başkanı Donald Trump’ın Moskova ile bir anlaşma yaparak ABD-NATO’nun Rusya ile savaşını müzakere yoluyla çözme girişimi, Avrupa’da şiddetli bir direnişle karşılaşırken aynı zamanda ABD ile olan transatlantik ittifakı tahrip ediyor. ABD’nin bir “ortak” olarak görüldüğü günler geri dönülmez bir şekilde sona eriyor.

Alman günlük gazetesi F.A.Z.’nin editörü Berthold Kohler, Trump’ın “nihayetinde Amerika’nın güvenilir ve aklı başında bir müttefik olarak sahip olduğu itibarı mahvettiğini” yazdı. Kiev’in artık Trump’a boyun eğmek zorunda olması, “güvenilmez bir ortağa bağımlı hale gelerek kendi güvenliğini sağlamada büyük bir ihmalde bulunmasının cezasıdır,” diye yazan Kohler’e göre, Fransa Cumhurbaşkanı Macron, “stratejik özerklik çağrısında” haklıydı ve bu çağrı şimdi çok daha tutarlı bir şekilde takip edilmelidir.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (soldan üçüncü), 25 Kasım 2025 Salı günü Fransa'nın Paris kentindeki Elysee Sarayı'nda Ukrayna konusunda düzenlenen “ Gönüllüler Koalisyonu” video konferansına katılıyor. [AP Photo/Teresa Saurez]

Avrupa’nın en önemli başkentlerinde bu konuda bir mutabakat var. Ancak “stratejik özerklik” arayışı —yani heybetli Amerikan askeri makinesine eşit ve Rusya’ya karşı savaşı sürdürebilecek silahlı kuvvetlerin oluşturulması— Avrupa’da uzun süredir sınıf karşıtlıklarını azaltan sosyal koşullarla bağdaşmıyor. Bu da şiddetli sınıf mücadelelerini gündeme getiriyor.

“Stratejik özerklik”, sosyal bütçelerden askeri bütçelere devasa miktarlarda kaynak aktarılmasını, uluslararası ticaret savaşında yüz binlerce işin yok edilmesini ve zorunlu askerlik hizmetinin geri getirilmesini gerektiriyor. Fransız ordusu komutanı Mandon’un yakın zamanda söylediği gibi, ebeveynler bir kez daha “çocuklarını kaybetmeye” hazırlıklı olmalılar. Kısacası, “stratejik özerklik” Avrupa’nın “Trumplaşmasını” gerektiriyor.

Lev Troçki 1920’lerde şöyle yazmıştı: “Amerikan kapitalizmi, Avrupa’yı giderek daha fazla çıkmaza sürükleyerek, onu otomatik olarak devrim yoluna itecektir. İşte dünya durumunun en önemli anahtarı budur.” Ve Troçki şöyle uyarmıştı: “ABD’nin hegemonyası, kriz döneminde, büyüme döneminde olduğundan daha tam, daha açık ve daha pervasız bir şekilde işleyecektir.”

1929 Wall Street İflası, Troçki’nin öngördüğü gibi Avrupa’yı gerçekten de devrimci bir krize sürükledi. Ancak işçi sınıfı önce Almanya’da, ardından Fransa ve İspanya’da yenilgiye uğradı, çünkü sosyal demokrat ve Stalinist kitle partileri devrimci önderlik sağlamaktan acizdiler. Sonuç, İkinci Dünya Savaşı felaketi oldu.

Savaştan sonra, Amerika Birleşik Devletleri itibarını tamamen yitirmiş olan Avrupa kapitalizmini kurtardı. O dönemde, Alman burjuvazisi, başlattığı savaşın yıkıntıları üzerinde tepeden tırnağa kana bulanmış halde oturuyordu. İtalya ve Fransa burjuvazisi Nazilerle işbirliği yapmıştı. İşçi sınıfı içinde, kapitalizmin başarısız olduğu ve ortadan kaldırılması gerektiğine dair yaygın bir kanaat vardı.

İki faktör, Avrupa kapitalizminin yıkılmasını engelledi. Birincisi, Moskova’daki Stalinist bürokrasiydi. Bu bürokrasi, komünist partiler üzerindeki etkisini kullanarak devrimci girişimleri daha başlangıç aşamasında bastırdı. İkincisi ise ABD idi. ABD, Soğuk Savaş’ta Sovyetler Birliği’ne karşı bir kalkan ve ürünleri için bir pazar olarak Batı Avrupa’ya ihtiyaç duyuyordu ve Marshall Planı ile Avrupa kapitalizminin yeniden ayağa kalkmasına yardımcı oldu.

Bugün ABD, dünya siyasetinde istikrarı sağlayan bir faktör değil, en büyük istikrarsızlık faktörüdür. Dünyanın en zengin ülkesi, en borçlu ülke haline gelmiştir. Amerikan emperyalizmi, rakiplerine ve müttefiklerine cezalandırıcı gümrük vergileri uygulayarak, onları askeri olarak tehdit ederek ve kendi işçi sınıfına savaş ilan ederek krizden kurtulmaya çalışıyor. Bu durum, Trump ile değil, Ronald Reagan ile başladı. Onun Demokrat ve Cumhuriyetçi halefleri altında devam etti ve Trump ile yeni bir boyuta ulaştı.

ABD emperyalizminin krizi, sadece Amerikan toplumunu değil, Avrupa toplumunu da devrimci bir çatışmaya sürüklüyor. Troçki’nin yüz yıl önce yazdığı gibi, “Amerikan kapitalizmi, çürümeye yüz tutan Avrupa’yı devrimcileştiriyor.” Geçmişte sınıf mücadelesini sınırlayan toplumsal mekanizmalar ve siyasi kurumlar, cezalandırıcı Amerikan gümrük vergilerinin, finans piyasalarının kâr taleplerinin ve yeniden silahlanmanın muazzam maliyetlerinin baskısı altında çöküyor.

İyi eğitim, yeterli sağlık hizmetleri, yüksek ücretler ve güvenilir emekli maaşları artık geçmişte kaldı. Reformist sendikalar ve partiler kendilerini sermayenin kuklaları haline getirdiler. Yunanistan’daki Syriza, İspanya’daki Podemos, Almanya’daki Sol Parti gibi sahte sol partiler ve New York’taki Mamdani, hükümet görevine seçilir seçilmez hemen hizaya giriyorlar.

Sosyal reformist partilerin iflası, sağcı demagogların artan hoşnutsuzluktan yararlanmasına olanak sağlamıştır. Ancak bu durum değişmeye başlıyor. Fransa’da Macron’un emeklilik reformlarına karşı kitlesel protestolar, Britanya ve İspanya’da Gazze soykırımına karşı düzenlenen büyük gösteriler ve Belçika, İtalya ve Portekiz’deki son genel grevler bunun kanıtıdır.

Bu hareket henüz devrimci bir karakter taşımıyor. Geleneksel sendikalar, sendikalist taban örgütleri ve sahte sol gruplar harekete hakimler. Baskı yaparak egemen sınıfı yön değiştirmeye zorlayabileceği yanılsamasına saplanıp kalınmış durumda. Ancak işçiler ve gençler hızla öğreniyorlar. Protesto siyasetinin başarısızlığı, sistematik bir mücadele verilirse, onları devrimci, sosyalist bir perspektife açık hale getiriyor.

Avrupa ve özellikle Alman emperyalizmi için Rusya’ya karşı savaş, stratejik açıdan çok önemli bir meseledir. Dünyanın en büyük nükleer silah cephaneliği enselerinde olduğu sürece Avrupalı emperyalistlerin küresel emperyalist emellerini gerçekleştirmeleri zordur. Rusya ayrıca değerli hammaddelere de sahiptir. Hitler, “Doğu’da yaşam alanı”nı ele geçirmeyi en önemli dış politika hedefi olarak ilan etmişti. Savaş aynı zamanda iç siyasi amaçlara, yani şiddetli sınıf mücadelelerine hazırlık olarak tüm toplumun militarizasyonuna da hizmet etmektedir.

Ancak en şahin isimler bile, en azından önümüzdeki üç ila beş yıl içinde, Amerikan desteği olmadan Rusya’ya karşı savaşın devam ettirilemeyeceği, kazanılmasının ise imkansız olduğu konusunda hemfikirler. Bu nedenle de Amerikan “ihaneti”ne öfke var ve Avrupa’nın yeniden silahlanma süreci hızla ilerletiliyor.

ABD ile olan çatışma, Avrupa’yı bir araya getirmek yerine, Avrupalı devletler arasındaki rekabeti daha da şiddetlendiriyor. 75 yıl içinde birbirleriyle üç kez bedeli ağır savaşlar yapan “ezeli düşmanlar”, yani Almanya ile Fransa arasındaki uzlaşma, Adenauer ile de Gaulle’ün öngörülerinden çok, ABD’nin baskısından kaynaklanıyordu. Bugün Paris ve Berlin, yeniden silahlanma ve Rusya’ya karşı savaşın sürdürülmesi konusunda anlaşıyor ancak ikisi de Avrupa’nın liderliğini diğerine devretmek istemiyor.

Putin ve Trump arasında yapılacak bir anlaşma Ukrayna çatışmasını sona erdirmeyecektir. Bu, üçüncü dünya savaşına giden yolda sadece bir başka adım olacaktır. Gerçek barış, ancak uluslararası işçi sınıfının tüm savaş çığırtkanlarına dur demek için bağımsız bir şekilde duruma müdahale etmesiyle sağlanabilir.

İşten çıkarmalar, ücret ve sosyal kesintilerle mücadele, demokratik hakların savunulması ve savaşa karşı mücadele birbirine ayrılmaz bir şekilde bağlıdır. İşçiler, ahlaki çağrıların veya siyasi basınçların egemen sınıfı yolundan döndürebileceği yanılsamasını terk etmelidir. Militarizm ve savaşın temel nedeni olan mali sermayenin diktatörlüğüne ve kapitalist ekonomik sisteme son vermeden savaşa karşı ciddi bir mücadele vermek imkansızdır.

Bu, kapitalizmi savunan tüm partilerden ve örgütlerden kesin bir kopuşu ve tüm ülkelerden ve milletlerden işçi sınıfını sosyalist bir toplum mücadelesinde birleştiren bir partinin, yani Sosyalist Eşitlik Partilerinin ve Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin inşasını gerektirmektedir.

Loading