100. Savaş sonrası dönem, dünya kapitalizminin yeniden istikrara kavuşması çerçevesinde, uluslararası işçi sınıfının ve ezilen kitlelerin devasa kabarışıyla karakterize edildi. Asya’da, Ortadoğu’da, Afrika’da ve Latin Amerika’da milyonlarca işçi ve köylü sömürgecilik zincirlerinden kurtulmaya çalışıyordu. Bu kitle mücadeleleri, Sürekli Devrim Teorisi’yle ve Troçki’nin, Stalin’in Çin Devrimi’ne ihanetine karşı verdiği mücadelenin dersleriyle büyük ölçüde uyumluluk içindeydi. Emperyalizm karşıtı mücadelenin ortaya çıkardığı başlıca sorunlar (feodal kalıntıların ve latifundiaların [Latifundia: eski Roma’da dışsatıma yönelik buğday, zeytin, şarap vb. üretiminde uzmanlaşmış büyük tarım arazilerine verilen ad. Latin Amerika’da, Meksika, Venezuela, Şili, Uruguay ve Arjantin’de eskiden sömürgeci ülkeler için üretim yapan büyük çiftlikler –çev.] egemenliğinin ortadan kaldırılması; sömürgeci egemenliğe son verme ve ulusal bağımsızlığı elde etme; ekonomik yaşamı yeniden düzenleme ve yoksulluğa son verme; kitlelerin sosyal ve kültürel düzeyini yükseltme), bir kez daha, yalnızca, gerçekten demokratik ve uluslararası sosyalist bir programla silahlanmış devrimci işçi sınıfının önderliğinde çözülebilirdi. Ama böylesi bir programa ve perspektife duyulan nesnel gereksinim, Stalinist partilerin desteklediği ulusal burjuvazinin önderliğindeki emperyalizm karşıtı hareketin egemenliğiyle karşılaştı.
101. Sürekli Devrim Teorisi’nin doğruluğu, Hindistan’da, Gandi’nin, Nehru’nun ve burjuva Kongre Partisi’nin 1947-48’deki emperyalizm karşıtı bağımsızlık mücadelesine yıkıcı ihanetinde kanıtlandı. Hint burjuvazisinin ülkenin ağırlıklı olarak Hindulardan oluşan Hindistan ile Müslümanlardan oluşan Pakistan arasında bölünmesini kabul etmesi, derhal, bir milyona yakın insanın yaşamına mal olan topluluksal bir çatışmaya yol açtı. Bölünmenin dehşet verici mirası, on yıllar süren savaşta, şiddette ve kalıcı kitlesel yoksullukta tescil edildi. İşçi sınıfının burjuvazi önderliğindeki ulusal hareketlere şu ya da bu biçim altında tabi olması, bir ülkeden diğerine siyasi felaketlere yol açtı. İşçi sınıfının emperyalizm karşıtı kitlesel hareketler içinde hegemonya oluşturma ve iktidarı alma mücadelesinden etkili biçimde alıkonulmasındaki başrolü, sürekli olarak sınıf işbirlikçi “iki aşamalı” mücadele teorisini (önce burjuvazinin önderliğinde bağımsızlık, ancak ondan sonra -bilinmeyen bir gelecekte- sosyalizm) öne süren Stalinist partiler oynadı.
102. Hindistan Bolşevik-Leninist Partisi içinde örgütlenmiş olan Seylan’daki (sonradan Sri Lanka) Troçkist hareket, Stalinistlere bütünüyle karşıt biçimde, ilkeli ve enternasyonalist bir tavır aldı. O, ulusal burjuvazi ile Britanya emperyalizmi tarafından görüşülen ve ülkenin sömürgeci konumuna biçimsel olarak son veren siyasi çözüme karşı çıktı. Bu duruşun doğruluğu, Sri Lanka burjuvazisi, Britanya egemenliğine karşı mücadelede önemli rol oynamış olan Tamilli büyük çiftlik işçilerini tüm haklarından mahrum bırakan bir yurttaşlık yasasını yürürlüğe koyar koymaz kanıtlandı. Sinhala burjuvazisi, bağımsızlıktan bu yana, toplumsal çelişkilerin yönünü saptırmanın ve birleşik bir işçi sınıfı hareketini önlemenin başlıca aracı olarak, Tamil azınlığa karşı ırkçılığı körüklemektedir.