Dün itibarıyla Kahramanmaraş depremleri sonucu resmi ölü sayısı Türkiye’de 31.643’e, Suriye’de ise 4.614’e ulaşmış durumda. Depremin dokuzuncu gününde arama kurtarma çalışmaları az sayıda yerde devam ederken her iki ülkede de enkaz altında halen yaklaşık kaç bin kişinin olduğu bilinmiyor.
Bazı uluslararası arama ve kurtarma ekipleri, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin enkaza doğrudan girmek için iş makinelerini kullanma kararının kurtarmalara değil ölümlere yol açacağı uyarısında bulundu. İspanyol ekibin bir üyesi evine dönerken RTVE’ye yaptığı açıklamada “Biz bunun bir parçası olmayacağız,” dedi.
Al Jazeera’nin haberine göre, deprem nedeniyle sınırın Türkiye tarafında hayatını kaybeden Suriyeli sığınmacılardan 1.302’sinin cenazesi Suriye’ye götürüldü. NATO’nun rejim değişikliği savaşının ve emperyalist yaptırımların mahvettiği Suriye’de kolera gibi salgın risklerinin arttığı belirtiliyor. UNICEF’in Suriye’nin başkenti Şam’daki İletişim Şefi Eva Hines, Al Jazeera’ye yaptığı açıklamada, “Daha depremden önce artan gıda güvensizliği, çöken sağlık sistemleri, güvenli suya erişim eksikliği ve yetersiz temizlik hizmetlerinden oluşan kusursuz bir fırtına gelişiyordu,” dedi.
Türkiye’de Erdoğan hükümeti, depremde yıkılan binaların müteahhitlerine yönelik soruşturmalar başlatırken gözaltına alınan birkaç kişi tutuklandı. Birkaç müteahhidin günah keçisi ilan edilmesi, deprem öncesine ve sonrasına yönelik neredeyse hiçbir hazırlık yapmayarak büyük yıkıma ve can kaybına zemin hazırlayan hükümetin sorumluluğunu örtbas etmeyi amaçlamaktadır.
Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD), bu örtbas çabasına karşı dün resmi sorumlular hakkında suç duyurusunda bulundu: “Deprem öncesinde hazırlık ve sonrasında müdahale ihmalleri ve yetersizlikleri nedeniyle yüzlerce insanın hayatını kaybetmesinde sorumluluğu bulunan bakanlar, valiler ve AFAD yöneticileri hakkında suç duyurusunda bulunduk.”
Açıklamada ayrıca “Daha önce yıkımın tüm sorumluları hakkında suç duyurusunda bulunmuştuk… Depreme ilişkin arama, kurtarma, enkaz kaldırma ve kurtarma sonrası yardım hususlarında gerekli hazırlığı yapmadıkları ortada olan kurumlar, afet sonrası derinleştirdikleri zarar sebebiyle de sorumludurlar!” deniyordu.
Mimarlar Odası, depremin vurduğu Adana, Osmaniye ve Hatay illerinde incelemelerde bulunurken, Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan “Deprem bölgelerinde yıkımın devasa olduğunu gözlemledik. Artçıların devam ettiği illerde çok sayıda ağır ve orta hasarlı yapı, insan hayatını da tehlikeye sokmaktadır. Ciddi tehdit altındaki halk sokaklarda, çok zor koşullarda yaşam mücadelesi veriyor,” diye belirtti.
Candan, ayrıca “6 gündür enkaz altındaki depremzedelere el uzatamayanların bu kentleri nasıl ayağa kaldıracağına ilişkin büyük endişemiz vardır. Özellikle Hatay’daki yeni yapı stokunda ciddi bir yıkım söz konusudur,” diyor ve şunları ekliyordu:
1999 depreminden sonra çıkan deprem yönetmeliğinin uygulanmadığını, depremlerden ders çıkartılmadığını yeni yapı stokundaki devasa yıkımdan gözlemledik. Yaptığımız incelemelerde, deprem bölgelerine ilişkin kentleşme ve yapılaşma uyarılarımızın göz ardı edildiğini, imar planları hazırlık sürecinde jeolojik ve zemin etüt çalışmalarının da eksik kaldığını tespit ettik.
Hatay’ın merkez ilçesi Antakya üzerine 2019 tarihli bir yüksek lisans tezinde de şunlar tespit edilmişti: “Kentsel alandaki yapıların yüzde 80’i riskli yapılardan oluşmaktadır. Bu gerçekler, raporlar halinde ortaya konulmasına ve acil bir şekilde bu kentin dönüşüme ihtiyacı olduğu bilinmesine rağmen, bu konuda bugüne kadar önemli bir çalışma yapılmamıştır.”
Cumhuriyet gazetesi yazarı Barış Terkoğlu, dünkü yazısında Jeoloji Mühendisleri Odası Başkanı Hüseyin Alan’ın Mart 2021’de aralarında Cumhurbaşkanlığının ve AFAD’ın da olduğu çok sayıda kuruma gönderdiği bir deprem uyarısı mektubunu ve bilimsel raporu aktardı. Mektup ve rapor, depremin merkez üssü olacak olan Maraş üzerineydi.
Alan, mektubunda, “Maraş, doğrudan diri fay hatları veya zonları üzerine oturmaktadır. Kahramanmaraş ilimizin deprem zararlarından etkilenmesinin önlenmesi amacıyla bir dizi çalışmayı acilen başlatmak gerekli… Kahramanmaraş’ta birçok yerleşim alanı, zayıf mühendislik özelliklerine sahip zemin birimleri üzerine oturuyor,” diyordu.
Terkoğlu’nun aktardığına göre Alan mektubunda “diri fay hatlarının haritasına göre şehir yeniden planlanmalı. Mevcut binalar gözden geçirilerek kentsel dönüşüm çalışması yapılmalı. Maraş’ta deprem planı hazırlanmalı” önerilerinde bulunmuştu.
Bilimsel raporda da şunlar belirtilmişti:
Kahramanmaraş’ın 6,5’ten büyük depremde hem depremin yaratacağı şiddetli sarsıntı hem de yüzey faylanması tehlikesi nedeniyle hasar alması beklenmektedir. Bu durumda en akıllıca yaklaşım, yapıların deprem sarsıntısını karşılayacak biçimde kurallara uygun hale getirilmesidir.
Ne var ki, Alan’ın ve diğer birçok bilim insanının hayati uyarıları dikkate alınmadı. Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin (WSWS) dün belirttiği gibi bunun nedeni Erdoğan hükümetinin ekonomik kaynak yetersizliği ya da başka bir maddi eksiklik değildi. “Bu tamamen, büyük fay bölgelerindeki binaların depreme dayanıklı olmasını sağlamak gibi uzun vadeli altyapı harcamalarını kısa vadeli kâr maksimizasyonu lehine reddeden yerli ve küresel kapitalizmin mali kaygılarından” kaynaklanmıştı.
Halkın can güvenliğinin hiçe sayılmasının bir egemen sınıf politikası olduğu, 2018’deki en son “imar affı” oylamasına bakılarak da görülmektedir. Afet risklerine yönelik düzenlemelere aykırı ruhsatsız binaları yasallaştırmak üzere Haziran 2018 seçimleri öncesinde Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) meclise getirdiği düzenlemeye Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) sekiz milletvekili de “evet” oyu vermişti.
Sadece beş “hayır” Halkların Demokratik Partisi’nden (HDP) gelse de HDP’nin 43 vekili oylamaya katılmamıştı. CHP’de hayır oyu veren yokken 123 milletvekili oylamaya katılmadı. Özetle, oylamaya katılmayan “muhalefet” milletvekilleri ve bir bütün olarak burjuva muhalefet partileri yasanın geçmesine göz yumdular ve hükümetin suçuna ortak oldular.
Haberlere göre Hatay’da 138. saatte enkaz altından kurtarılan Emine Doğu’nun (51) kendisine ilk müdahaleyi yapan sağlık emekçilerine söyledikleri, kapitalist sistemin hizmetinde olan tüm siyaset kurumu tarafından insanlarının canının ve sağlığının ne kadar değersizleştirildiğinin çarpıcı bir örneğiydi: “Param yok ne olur beni özel hastaneye götürmeyin.”
Dün Ali Nusret Berker adlı yardım gönüllüsünün Independent Türkçe’ye verdiği röportaj, 13 milyondan fazla kişinin yaşadığı deprem bölgesinde on binlerce insanın enkaz altında kaderine terk edildiği iddialarını doğrulayan tanıklıklardan biri.
Depremden sonra arkadaşlarıyla birlikte kendi başlarına bölgeye gelerek Hatay’ın Samandağ ilçesinde yardım çalışmalarına katılmaya çalıştıklarını belirten Berker, ilçede başvurdukları AFAD ekibinin kendilerine “Buradaki bütün binaları taradık, zaten çoğu ex. Boşuna gitmeyin, isterseniz geri dönün” dediğini söylüyor.
Röportaja göre bu “tavsiyeye” uymayan “Berker ve diğer gönüllü ekip arkadaşları bunun ardından evlerin enkazının altından en az 350 kişinin canlı olarak çıkartıldığını öne sürüyor.”
“Eğer bize ekipman desteği sağlanmış olsaydı toprağın altına verdiğimiz insanların belki yarısına sağ şekilde dışarıya çıkabilirdik” diyen Berker, 120 bin nüfuslu Samandağ’da kendileriyle beraber sadece 13 kişilik bir ekip olduğunu söylüyor: “Yani gerçekten kendi çabamızla insanları kurtarmaya başladık. Ama bu süre zarfında yani sesini duyduğumuz insanların sesini duymamaya başladık. Onları kaybetmeye başladık. Ve her aradığımız devlet kurumu telefonu suratımıza kapattı. İnsanları ölüme terk etmenin nasıl bir mantığı olduğunu gerçekten idrak edebilmiş değiliz.”