6 Şubat Türkiye-Suriye depreminin ikinci yıldönümü

Aşağıdaki makale, 6 Şubat depreminin birinci yıldönümünde üç bölüm halinde yayımlandı.

Deprem bölgesinde trajedi devam ediyor

Bir yıl önce bugün, 6 Şubat’ta, Türkiye’nin güneyinde, Suriye sınırına yakın Kahramanmaraş şehrinde, dokuz saat içerisinde Richter ölçeğine göre 7,7 ve 7,6 büyüklüğünde meydana gelen iki yıkıcı depremde on binlerce kişi hayatını kaybetti, milyonlarca kişi evsiz kaldı. Bölgede yüz binlerce kişi halen konteynerlerde veya çadırlarda yaşıyor.

Aradan bir yıl geçmesine karşın depremzedelerin büyük kısmı sorunların devam etmesi, hiçbir gerçek sorumlunun hesap vermemesi, hükümetin vaatlerinin gerçekleşmemesi, merkezi ve yerel yönetimler tarafından başta Marmara bölgesinde beklenen olmak üzere yeni deprem tehditlerine yönelik hiçbir ciddi hazırlık yapılmaması, egemen sınıfın ve tüm siyaset kurumunun emekçi kitlelerin yaşamına ve güvenliğine yönelik kayıtsızlığını gözler önüne seriyor.

İnsanlar ve acil durum ekipleri Gaziantep'te yıkılan bir binanın enkazında insanları arıyor, 6 Şubat 2023 Pazartesi. [AP Photo/Mustafa Karali]

Bu kayıtsızlık depremin hemen sonrasındaki kurtarma çalışmalarının yetersizliği ile açığa çıkmıştı. Depremde ölenlerin birçoğu günlerce kurtarılma umuduyla enkazın altında beklediler. Enkaz altından bir şekilde çıkarak kurtulanlarsa enkazdan gelen yardım çağrılarına karşı bir şey yapamamanın çaresizliğini yaşadılar.

Arama-kurtarma çalışmalarının en hızlı biçimde yapılması gereken depremin ilk saatleri ve günlerinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümeti, depremin oluşturduğu felakete hızlı ve organize bir yanıt veremedi. Hükümetin, bir deprem ülkesi olan Türkiye’de bu konuda ciddi bir hazırlık yapmaması, organize olamaması, yurt dışından ve yurt içinden gelen arama, kurtarma, yardım ekiplerinin ve malzemelerinin bölgeye ulaştırılmasındaki beceriksizliği toplumda ciddi bir öfke oluşturdu.

Erdoğan depremden sonraki ilk günlerde iktidarın adeta felç olduğu bu durumu, depremden yaklaşık bir ay sonra Adıyaman’da yaptığı açıklamada “Maalesef ilk birkaç gün Adıyaman’da arzu ettiğimiz etkinlikte çalışma yürütemedik,” sözleriyle itiraf etmişti.

Deprem felaketi üzerine kapsamlı bir yayın yapan Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin ilk perspektif yazısında açıkladığı gibi, yapay ulusal sınırları tanımayarak Türkiye’nin güneyini ve Suriye’nin kuzeyini yerle bir eden deprem felaketi, tüm önemli toplumsal sorunların küresel karakterini ve uluslararası sosyalist bir çözümü gerektirdiğini feci bir şekilde göstermişti. “Burjuvazinin özel kâr çıkarları ve dünyanın rakip ulus devletlere bölünmüş olması, böylesi bir ilerici müdahalenin önünde engel” teşkil ediyordu.

Aradan geçen bir yılda bu iki ülkede ya da International Journal of Disaster Risk Science’a göre dünya genelinde en az 1,5 milyar insanın yaşadığı deprem riski taşıyan bölgelerde yeni felaketleri önlemeye yönelik neredeyse hiçbir önlem alınmaması, bir bütün olarak kapitalist sistemin iflasını ve sosyalizmin gerekliliğini ortaya koymaktadır.

Ölü sayısı hâlâ bilinmiyor

Erdoğan liderliğindeki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümeti deprem konusunda aradan bir yıl geçmesine rağmen bırakın depremin yarattığı olumsuz etkileri ortadan kaldırmayı, yaşanan can kayıpları hakkında bile somut bir bilgi ortaya koyamadı.

22 Nisan günü dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu tarafından depremde 50.783 kişinin öldüğü, 107.204 kişinin yaralandığı açıklanırken, depremin yıldönümüne 4 gün kala İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya bu sayıları 53 bin 537 ölü, 107 bin 213 yaralı olarak güncelledi ve depremde 38 bin 901 binanın yıkıldığını söyledi.

13 Şubat 2023’te, depremin vurduğu Gaziantep’in Nurdağı ilçesine “koordinatör” olarak atanan Şırnak Valisi Osman Bilgin, sosyal medyaya sızan bir konuşmasında, o sırada 31 bin olarak belirtilen ölü sayısının gerçekte “3-4, belki 5 kat daha kötü” olabileceğini söylemişti. Bölgede halen birçok kayıp insanın olması, hafriyat çalışmaları sırasında enkaz altından çıkan cesetler, gerçek ölü sayının resmi rakamın çok üzerinde olduğu iddialarını güçlendiriyor.

Depremden etkilenen illerde kayıtlı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının sayısı resmi verilere göre 14 milyonun üzerindeydi. Bu, ülke nüfusunun yüzde 16’sını oluşturuyor. Bu oran, her altı TC vatandaşından birinin depremden doğrudan etkilendiğini gösteriyor.

Aynı resmi verilere göre, bölgede “geçici koruma” kapsamındaki Suriyeli sayısı ise 1,7 milyondu. Başka bir ifadeyle, Türkiye’de yaşayan Suriyelilerin yaklaşık yarısı, depremden doğrudan etkilenen bölgede yaşıyordu. Sığınmacıların hesaplamalarda ne kadar dikkate alındığı bilinmiyor.

Suriye'nin Halep iline bağlı Cinderis kasabasında meydana gelen yıkıcı depremin ardından çöken bir binadan eşyalarını ve ev aletlerini çıkaran insanlar, 14 Şubat 2023, Salı. [AP Photo/Ghaith Alsayed]

Ayrıca yıllardır ABD önderliğindeki emperyalist güçler ve müttefikleri tarafından mahvedilen, yaptırımlara ve ambargoya tabi tutulan Suriye’de deprem sonucunda resmi rakamlara göre 10.000’e yakın insan hayatını kaybetti, binlerce insan yaralandı. Deprem sonrasında Suriye’de yaşanan yıkım burjuva ve sahte sol basın tarafından büyük ölçüde görmezden gelindi. ABD önderliğindeki ambargo nedeniyle Suriye’deki deprem bölgesine ve sağ kurtulan insanlara neredeyse hiçbir düzenli yardım ulaştırılamadı.

Koşullarda iyileşme yok

Sınırın her iki tarafındaki depremzedeler, bir yılın ardından hem ekonomik güçlüklerle hem de zorlu yaşam koşullarıyla başa çıkmaya çalışarak yaşam mücadelesini sürdürüyor.

Deprem bölgesinde yüz binlerce insan hâlâ konteyner, çadır, baraka gibi sağlıksız koşullarda yaşıyor.

Türkiye'de meydana gelen 7,7 büyüklüğündeki depremin ardından Adıyaman şehri. Ekskavatörler, Türkiye'nin güneydoğusunda yer alan ve büyük bir depremle harap olan Adıyaman şehrinden enkaz kaldırmaya başlarken hayatta kalanlar çadırlara yerleştirildi. [Photo by Mohammad Hossein Velayati / CC BY 4.0]

Temiz su ve hijyen malzemeleri eksikliği ile duş ve tuvalet sıkıntısı, bölge genelinde yaygın bir uyuz ve bit salgınına neden oluyor.

Deprem hasarı nedeniyle hastane erişimi yetersiz, ameliyat ve muayenelerin yapılamamasını ve onkoloji gibi ciddi hastalıkları olanların tedaviye erişememeleri sonucunu doğuruyor. Devlet kaynakları bu konular için bile hala harekete geçirilememiştir.

Çadır kentlerde ve konteynerlerde yaşayan insanlar, özellikle sıcak yaz aylarında, böcekler, yılanlar gibi haşere sorunlarıyla karşılaştılar. Kış aylarının gelmesi ile depremin etkilediği bazı bölgelerde geceleri havanın -10 derecelere kadar inmesi birçok insanda, özellikle çocuklarda ve yaşlılarda sağlık sorunlarına yol açtı. Depremzedelerin ısınmak için çadır ve konteynır içinde soba yakmak zorunda kalmaları da hayati tehlike yaratıyor. Çadırlarda ve konteynırlarda çıkan yangınlar ve soba gazından zehirlenen depremzedeler ile ilgili haberler sıklıkla basında yer alıyor.

Deprem bölgesindeki plansızlık ve öngörüsüzlük nedeniyle mevcut çadır ve konteyner kentler, gerekli altyapı inşa edilmeden ve uygun olmayan alanlarda kurulmuş durumda. Bu nedenle çadır ve konteynerler her sağanak yağışın ya da fırtınanın ardından adeta harabeye ve göle dönüyor. Depremden yaklaşık bir ay sonra bölgedeki şiddetli yağmur sonucunda bazı çadırlarla birlikte Adıyaman’da bir konteyner, içinde iki kişi ile birlikte selde sürüklenmiş, Adıyaman ve Şanlıurfa’da oluşan sellerde resmi olarak 21 kişi hayatını kaybetmişti.

Tüm bu olumsuz tablonun yanında depremzedelerin fiziksel ve psikolojik sağlıklarını korumak adına yeterli çalışmaların yürütülmemiş olması da uzmanlar tarafından can alıcı sorunlardan biri olarak görülüyor.

Toplu taşıma araçlarının oldukça yetersiz olması, yolların hala araç trafiğine uygun olmaması başka önemli bir sorun olmayı sürdürüyor.

Tarihi Antakya merkezi de dahil Hatay kenti depremin ardından geçen bir yıla rağmen halen harabe görünümünde. Hükümetin hiçbir planlama yapmadan, adeta inşaat firmalarına devrettiği şehirde, birçok sokakta yıkım çalışmaları kontrolsüz bir biçimde sürerken, kentin her yerinde yıkılmayı bekleyen ağır hasarlı yapılar görülüyor.

Yıkım ve hafriyat çalışmalarındaki kontrolsüzlük nedeniyle kentte oluşan toz, insanların solunum yollarında ve ciğerlerinde akut rahatsızlıklara neden olurken, beton enkazının içeriğindeki asbestin toz olarak havaya karışması halk sağlığı için ciddi bir tehdit oluşturuyor. Yetkililer deprem bölgesinde havada asbest olmadığını iddia ederken, yapılan araştırmalar bunun aksini gösteriyor. Bilim insanları ise insan vücuduna giren asbest içeren bir lifin bile ciddi sağlık sorunlarına neden olabileceğini söylüyor.

Burjuva partilerin vaat yarışı

Depremlerden yaklaşık üç ay sonra, Mayıs ayında yapılan cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri öncesinde deprem bölgesini gezen Erdoğan ve hükümet yetkilileri, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) önderliğindeki burjuva muhalefet ittifakı ile “vaat yarışı”na girmişti. Seçimleri kazanan Erdoğan veya çeşitli belediyeleri yöneten muhalefet partileri tarafından bu vaatler kısa sürede unutuldu.

Havadan çekilen fotoğraf Türkiye'nin güneyindeki Kahramanmaraş'taki yıkımı gösteriyor, 8 Şubat 2023, Çarşamba. (Ahmet Akpolat/DIA AP aracılığıyla) [AP Photo/Ahmet Akpolat]

Hükümet, yıkılan, ağır ya da orta hasarlı olan evlerini yerinde kendi dönüştürmek isteyenlere, 750 bin lira hibe, 750 bin lira da kredi verileceğini ilan etmişti. Fakat günlük hayatını dahi idame ettirmekte zorlanan insanların yeni ev inşa etmesi mümkün değildi. Söz konusu hibenin kaç kişi tarafından kullanıldığı konusunda hiçbir bilgi ortada yokken, Erdoğan 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlere az bir süre kala benzer bir kredinin İstanbul’da evini depreme dayanıklı hale getirmek isteyenlere de verileceğini söyledi.

Bilim insanlarının yakında büyük bir deprem beklediği Marmara Bölgesi’nde yer alan İstanbul’da, yüz binlerce binanın böyle bir depreme dayanıksız olduğu, milyonlarca kişinin de risk altında olduğu düşünülüyor.

6 Şubat depreminden hemen sonra dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu “Hem AFAD hem de Aile Bakanlığımız eşya yardımını yapacaktır. Hazırlıkları tamamladık, 2-3 gün içerisinde depremzedelere ne kadar eşya yardımı yapılacağını açıklayacağız,” demişti. Ancak muhalefet partilerinin soru önergelerine verilen cevaplardan herhangi bir ödeme yapılmadığı anlaşılıyor.

Hükümetin 2023 yılı sonuna kadar hayata geçireceğini taahhüt ettiği, ancak gerçekleştirmediği bir diğer konu, depremin etkilediği 11 ilde geçerli olacak ve 26 yaşını aşmayan yeni evlenecek çiftlere verilecek olan evlilik kredisiydi. Yapılan açıklamalara göre, 150 bin lira tutarındaki kredi iki yıl boyunca ödemesiz olacak ve dört yıl içinde geri ödenecekti. Bu konudaki kanun teklifi TBMM’den geçmiş olmasına rağmen henüz uygulamaya konulmadı.

Hükümetin en öne çıkan vaadi ise konut inşası konusundaydı. Cumhurbaşkanı Erdoğan 15 Mart 2023 tarihinde yapmış olduğu bir açıklamada, “Önümüzdeki bir yıl içinde 319 bin konut, toplamda 650 bin konut yaparak hak sahiplerine teslim etmeyi planlıyoruz,” demişti. Erdoğan’ın ortaya koymuş olduğu hedefe yaklaşık 1,5 aylık bir süre kalmış olmasına rağmen, henüz bu konutların büyük bir kısmının inşaatlarına başlanmadı. Geçen yıl yapılan seçimler öncesinde propaganda amaçlı olarak hızla yapımına başlanan 46 bin konut, depremin yıldönümünde kura çekimi yapılarak hak sahiplerine teslim edilecek.

Ekim 2023’te Şehir Plancıları Odası (ŞPO) tarafından hazırlanan rapora göre, Hatay ili genelinde toplam konut sayısı 887 bin 909 olarak kaydedildi. Bu konutların içinde “yıkık-acil-ağır hasarlı” olanların sayısı ise 258 bin 974, yani toplam konutlara oranı yüzde 29’u buluyor. Orta hasarlı konut sayısı ise 308 bin 438, bu da toplam konut sayısının yüzde 35’ine tekabül ediyor. Buna karşın şehirde ihale edilen toplu konut sayısı Antakya ilçesinde 12 bin, Defne ilçesinde de 12 bin olarak raporda yer alıyor.

Türkiye'de meydana gelen 7.8 büyüklüğündeki depremin ardından Hatay'da yıkılan binalar [Photo: Hilmi Hacaloğlu - Voice of America]

Yine ŞPO’nun verilerine göre Hatay’da 62.050 konteynırda, 166.035 depremzede ikamet ediyor. Bu rakamın üzerine çadır kentlerde yaşayan 5.380 kişiyi, çadır kentler dışında çadırlarda ve kayıtlara girmemiş derme çatma konteynırlarda yaşayan binlerce kişiyi ve sayıları hiç de azımsanmayacak kadar fazla olan deprem bölgesinden geçici olarak göç etmiş depremzedeler eklediğinde, ihale edilen toplu konut sayısının gerçek ihtiyaçtan çok uzak olduğu görülmektedir.

Yıkımın sorumlusu kim?

Hükümete ve muhalefet partilerinden olanlar da dahil belediyelere göre, “asrın felaketi” olarak adlandırdıkları eşine az rastlanır iki büyük depremin yarattığı yıkım önlemezdi.

Gerçekte ise büyük depremler bilim insanları tarafından uzun zamandır öngörülüyordu. Tehlike, devlet raporlarına kadar yansımış olmasına rağmen hiçbir önlem alınmadı. Kahramanmaraş Valiliği ile İçişleri Bakanlığı’na bağlı AFAD’ın 2020 yılında yayımladığı bir rapor, kentte 7,5 büyüklüğünde bir deprem senaryosu yapılıyor ve “Olası büyük bir deprem gerçekleşmesi durumunda şehrin büyük bir kısmının etkileneceği öngörülmektedir,” deniyordu.

Rapor acilen alınması gereken önlemleri şöyle özetlemişti:

Depremde can ve mal kayıplarını en aza indirmek için, meskun alanlarda zemin etütlerinin ayrıntılı olarak yapılması ve tehlikeli zonlardaki yapıların tahliyesi zaruridir. Ayrıca, yeni kurulacak köy, kasaba ve kentlerin kuruluş ve gelişme yerlerinin seçiminde deprem etkinliği ve deprem riski mutlaka dikkate alınmalıdır. Aktif faylardan uzak ve sağlam zeminler üzerinde, betonarme ve statik hesapları doğru olan, depreme dayanıklı binalar yapılmalıdır.

2019’da yetkililerle de paylaşılan Antakya üzerine bir yüksek lisans tezinde, “Kentsel alandaki yapıların yüzde 80’i riskli yapılardan oluşmaktadır. Bu gerçekler, raporlar halinde ortaya konulmasına ve acil bir şekilde bu kentin dönüşüme ihtiyacı olduğu bilinmesine rağmen, bu konuda bugüne kadar önemli bir çalışma yapılmamıştır,” denilmişti.

Jeoloji Mühendisleri Odası Başkanı Hüseyin Alan Mart 2021’de aralarında Cumhurbaşkanlığının ve AFAD’ın da olduğu çok sayıda kuruma Maraş’ta deprem uyarısı mektubu göndermişti. Alan mektubunda “diri fay hatlarının haritasına göre şehir yeniden planlanmalı. Mevcut binalar gözden geçirilerek kentsel dönüşüm çalışması yapılmalı. Maraş’ta deprem planı hazırlanmalı” önerilerinde bulunmuştu.

Bu hayati uyarılar da görmezden gelindi.

Depremin ardından gerçekleşen yıkımın sorumlusunun, politikalarına egemen sınıfın kâr ve servet birikimi ve ulusal kaygıların yön verdiği hükümet ve tüm siyaset kurumu olduğu açıktır. Suriye söz konusu olduğunda ise, 2011’den beri yürüttükleri savaşla ülkeyi mahveden ABD önderliğindeki NATO güçleri ana sorumluluğu taşımaktadır.

Cindires'teki yıkım, Halep vilayeti, Suriye [Photo by Alaa Ealyawi - Own work / CC BY-SA 4.0]

Ancak uluslararası alanda ya da Türkiye’de bugüne kadar tek bir sorumlu hesap vermedi. Yıkımın ardından sadece birkaç müteahhit tutuklandı. Bu tutuklamalar da temelde Erdoğan hükümetinin toplumsal öfkeyi saptırma amacından kaynaklanıyordu.

Depremde Mimarlar Odası ve İnşaat Mühendisleri Odası üyeleri olan mühendislerin projelendirdiği, belediyelerin imar müdürlüklerindeki uzmanlar tarafından projeleri/hesapları incelenerek yapı ruhsatı verilen, deprem yönetmeliğine göre “denetim görmüş” binalar yıkıldı.

Burjuva siyasetçilere ve belediye başkanlarına göre; nehir kenarlarını, sulak alanları, tarım alanlarını, zemin etütlerine göre sağlam olmayan alanları imara açanların, buralara yüksek yapı yapılması için imar planlarını değiştirenlerin, yapılan binaları projesine göre gerektiği gibi denetlemeyenlerin, imar barışları çıkaranların, binalara kaçak kat yapanların, bina kolonlarını kesenlerin, bilim insanlarının uyarılarına rağmen önlem almayanların bir sorumluluğu bulunmuyor.

Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş, 2023 [Photo: Tezcan Taşkıran (VOA)]

Hükümetiyle muhalefetiyle tüm burjuva siyasi partiler bu görüşte olduğundan deprem bölgesinde ihmalleri açık olan, önlem almayan eski belediye başkanlarını yeniden aday yapmakta sakınca görmediler. Buna en iyi örnek, Hatay’daki depremin büyük bir afete dönüşmesindeki siyasi sorumluluğu herkes tarafından bilinen mevcut Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş’ın CHP tarafından yeniden aday gösterilmesidir.

31 Mart yerel seçimleri ve İstanbul’da yaklaşan felaket

Türkiye, Mart sonunda yapılacak yerel seçimler dolayısıyla, burjuva partilerinin adaylarının genellikle gerçekleşmeyecekleri önceden belli olan vaatleri sıraladığı bir sürece yeniden girdi. Bu seçimlerin merkezinde, Türkiye’nin nüfusunun yüzde 18,49’unun ikamet ettiği ve bilim insanlarına göre büyük bir deprem olma olasılığının oldukça yüksek olduğu İstanbul ve Marmara Bölgesi bulunuyor.

Alman Yer Bilimleri Araştırma Merkezi (GFZ) uzmanları, Türkiye’nin tektonik yapısını analiz eden araştırmalarında, Marmara Denizi’nde 7,4 büyüklüğünde bir depremin olasılığına dikkat çekmişti. Deprem konusunda Türkiye’nin en saygın bilim insanlarından biri olan Profesör Naci Görür’e göre ise İstanbul’da her an deprem olma riski yüzde 47. Görür, bu konuda, “Bu inanılmaz bir oran. Neredeyse yazı tura atacaksın,” demişti.

İstanbul Boğazı'nın Asya yakasındaki Çamlıca Tepesi'nden görünümü. [Photo by Alexxx Malev / CC BY-SA 3.0]

Görür, başka bir röportajda, İstanbul’daki milyonlarca emekçinin karşı karşıya olduğu tehlikeli durumu şöyle tarif etmişti: “Basit bir hesap: 1 milyon 600 bin bina var. İstanbul’da bütün ölümlü vakaları gel yüzde 1’e indirelim. Yüzde 99’unda insanların burnu kanamasın. 16 bin bina yapar. Her bina 4 katlı olsun, 64 bin kat demektir. Her kata iki daire koy 128 bin daire… Her daireye 4 kişi koy, [ölümler] 400 binleri geçiyor mu?”

2021’de, dönemin İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Genel Sekreter Yardımcısı Mahir Polat, İstanbul’da olması beklenen depremde 200.000 binanın orta ve ağır hasar almasının tahmin edildiğini, bunun sonucunda yaklaşık 3 milyon insanın etkilenebileceğini söylemişti.

İstanbul'un Balat semtinde bazı konutlar [Photo by Jwslubbock / CC BY-SA 4.0]

Bu durum, İstanbul’da yaşayan yaklaşık 16 milyon ve Marmara Bölgesi’ndeki toplam 24 milyon kişinin büyük bir risk altında yaşadığını ancak devletin çok daha büyük bir felaketi önlemeye yönelik hiçbir hazırlığının olmadığını ortaya koymaktadır. Ve bu durum, daha bir yıl önce Türkiye ve Suriye’de resmi olarak 60 bin insanın, çok daha az yoğunluktaki kentsel alanlarda önlenebilir şekilde hayatını kaybetmiş olmasına rağmen devam etmektedir.

Bu koşullarda, AKP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı için belirlediği aday, 2018-2023 yılları arasında Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı görevini üstlenen Murat Kurum oldu. Kurum icraatlarıyla sadece depremde yıkılan binaların siyasi sorumluluğunu paylaşmıyor, kendisi aynı zamanda Türkiye genelinde kentlerin ve yerleşim alanlarının yeni afet risklerine açık hale getirilmesinde büyük bir sorumluluğa sahiptir.

Murat Kurum'un Avrupa Komisyonu ziyareti, 16 Eylül 2021 [Photo by Lukasz Kobus, European Commission]

Bakanlığı öncesinde 2009-2018 yılları arasında TOKİ iştiraki Emlak Konut GYO A.Ş. Genel Müdürü olarak görev yapmış olan Kurum, seçim kampanyasına “deprem odaklı şehircilik dönüşümü” başlığı altında verdiği taahhütlerle başladı. Oysa Kurum, bakanlığı döneminde başta İstanbul olmak üzere birçok şehirde dolgu alanlarını, sahilleri, dere yataklarını, tarım arazilerini, daha önce yapı yasağı olan askeri bölgeleri TOKİ aracılığıyla imara açmış ve buralarda yoğun inşaat faaliyetleri başlatmıştı.

Deprem bekleyen İstanbul’da AKP döneminde inşa edilen gökdelenlerin büyük bir kısmı Kurum’un Emlak Konut GYO A.Ş. Genel Müdürlüğü döneminde, Emlak Konut Projesi olarak onun imzasıyla inşa edilmiştir. Bu gökdelenlerin ve “dikey mimari”nin” sorumlusu olan bir kişinin bugün az katlı “yatay mimari”yi savunuyor olması ancak burjuva siyaset sahnesinin ona verdiği yeni rol ile açıklanabilir.

Ayrıca Kurum Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla 6 Haziran 2018’de Resmi Gazete’de yayımlanan kararla yürürlüğe giren “imar barışı” adı verilen imar affını, 10 Temmuz 2018’de bakanlık görevini devralarak yürütmüştü. 6 Şubat depremlerinde yıkılarak binlerce insanın ölümüne sebep olan binaların pek çoğu bu imar affından yararlanmıştı.

İstanbul’un mevcut belediye başkanı ve CHP’nin yeniden adayı Ekrem İmamoğlu’nun dört yıl boyunca uyguladığı ve depreme karşı çare olarak gösterilen “kentsel dönüşüm” ise aynı ondan önceki AKP yönetimi gibi sayısal olarak çok az yapıyı dönüştürmesi bir yana, İstanbul’da, işçi sınıfı sakinlerini kent merkezinden çıkarıp oralara hali vakti yerinde olanlar için lüks rezidanslar inşa etmeye ve bunlardan büyük kârlar elde edilmesine hizmet etmiştir.

Hatay, 2023 sonbahar/kış.

İmamoğlu’nun belediye başkanlığı, deprem için sadece arazi çalışmaları, bina taramaları ve istatistiksel çalışmaların yapıldığı, fiili dönüşümün oransal olarak neredeyse hiç yapılmadığı bir dönem olmuştur. Belediyenin elinde maliyetine inşaat yapıp teslim edebileceği KİPTAŞ gibi bir şirket varken, İBB kentsel dönüşüm başvurularını KİPTAŞ aracılığıyla anlaşmalı müteahhitlere yönlendiriyor. Bu müteahhitler ise başvuru sahiplerine çoğu durumda karşılamaları mümkün olmayan yüksek fiyatlarla ev inşa etme teklifi veriyorlar. İmamoğlu ise bu durumu “halka hizmet” olarak sunuyor.

İBB’nin verilerine göre, İstanbul’da bulunan 1 milyon 200 bin binadan 800 bini, 2000 yılı öncesindeki yönetmeliklere uygun olarak inşa edilmiş durumda. Bu binaların en iyimser tahminle yaklaşık 200 bininin depremde ağır hasar alması ya da yıkılması muhtemel olduğu düşünülüyor. Bu yapılar, toplamda 1 milyon 300 bin hane ve yaklaşık 3 milyon nüfus barındırmaktadır.

Türkiye’de, İstanbul’u da kapsayan Marmara Bölgesi’ndeki 24 milyondan fazla insan da dahil olmak üzere nüfusun çoğunluğu sürekli bir deprem tehdidi altında yaşamaktadır. Şubat 2023’teki felaketten bir yıl sonra, tehdit altındaki halk kitlelerinin can güvenliğini sağlamak için somut olarak hiçbir şey yapılmış değildir.

Hatay, 2023 sonbahar/kış

Bunun yapılmamasının önündeki engeller doğal değil toplumsaldır. Marmara Bölgesi’nde beklenen felaket, Maraş depreminde olduğu gibi, son tahlilde, 2019 yerel seçimlerinde ve 2023 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde CHP’nin arkasına dizilen sahte sol gruplar da dahil olmak üzere tüm düzen partilerinin savunduğu kapitalist sistemden kaynaklanan bir felaket olacaktır.

Dünyada İstanbul gibi doğal afet tehdidi altında olan birçok kenti bilimsel planlama ve en yüksek düzeyde sağlamlık ve yaşanabilirlik kalitesinde yeniden inşa etmek ve tüm insanlara en temel haklarından biri olan güvenli konut hakkını sağlamak için, devasa bir bayındırlık planının hızla hayata geçirilmesi zorunludur. Ancak bunun için, egemen sınıfın tüm hiziplerine ve savundukları kapitalist sisteme karşı uluslararası ölçekte işçi iktidarı uğruna bilinçli bir siyasi mücadele gerekmektedir. Bu, ekonominin küresel düzeyde kâr değil toplumun ihtiyaçları doğrultusunda planlanmasına dayanan uluslararası sosyalizm uğruna mücadele demektir. 2023 Türkiye-Suriye depremi ve onu takip eden resmi kayıtsızlık, bu perspektifin doğruluğunu acı bir şekilde kanıtlamıştır.