15 Mart’ta ABD ordusunun Yemen’in başkenti Sanaa’da yerleşim bölgelerine düzenlediği hava saldırılarında erkek, kadın ve çocuk, 53 kişi hayatını kaybetti. Hedefler arasında Husi hükümetinin siyasi liderleri de vardı. Ortadoğu’nun en yoksul ülkesi olan Yemen, yıllarca ABD destekli bombardımana ve Suudi Arabistan’ın kasten aç bırakma politikasına maruz kalmış; bunlar 400.000’den fazla insanın ölümüne neden olmuştur.
ABD hava saldırıları, uluslararası hukuk kapsamındaki birçok kanun ve anlaşmayı ihlal etmiş ve saldırıyı planlayan, gerçekleştiren ve uygulayanları aşağıdaki savaş suçlarından suçlu hale getirmiştir:
- Birleşmiş Milletler (BM) Antlaşması ve Roma Statüsü kapsamındaki kuvvet kullanma yasağını ihlal ederek sebepsiz bir saldırı başlatmak.
- BM Antlaşması, Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi (ICCPR) ve Roma Statüsü’nün korumalarını ihlal ederek çatışmaya girmeyen siyasi liderleri hedef almak ve öldürmek.
- Cenevre Sözleşmeleri ve Roma Statüsü’nde belirtilen ayrım gözetmeyen saldırı yasağını ihlal ederek askeri ve sivil hedefler arasında ayrım gözetmeyen silahlar veya taktikler kullanmak.
Pazartesi günü, ABD ordusunun Yemen’e saldırı başlatmasından on gün sonra, Atlantic dergisi, Trump yönetiminin önde gelen yetkililerinin Yemen’e saldırıyı planladıkları bir mesajlaşma grubuna yanlışlıkla derginin genel yayın yönetmeni Jeffrey Goldberg’i de dahil ettiklerini açığa vuran bir haber yayımladı.
Goldberg, kendisini yasa dışı bir saldırı savaşı başlatmaya yönelik suç teşkil eden bir komplonun içinde bulunca, itaatkâr bir şekilde kendisini mesajlaşma grubundan çıkarmış, komploculara hatalarını bildirmiş ve ardından tartışmadan seçilmiş alıntıları yayımlamadan önce on gün beklemiş.
Goldberg’in yanlışlıkla savaş planlarına dahil edilmesi Demokratik Parti’nin ve medyanın öfkeli tepkisine yol açtı. Öfkelerinin nedeni; suç teşkil eden saldırı savaşı ya da planlanan savaş suçları değil, tartışmanın güvenli askeri kanalların dışında yapılmasıydı.
Temsilciler Meclisi Demokrat Lideri Hakeem Jeffries, Savunma Bakanı Pete Hegseth’i istifaya çağırarak, yaptıklarının “vicdanları şok ettiğini” ve “muhtemelen yasaları ihlal ettiğini” iddia etti – sivilleri öldürdüğü için değil, bu suçları istemeden de olsa kamuoyuna ifşa ettiği için.
Ancak kamuoyunu ilgilendiren komplonun hangi kanalda tartışıldığı değil, içeriğidir. Sızdırılan tartışma, Amerikan saldırı savaşlarının nasıl hazırlandığı, başlatıldığı ve hileli bir şekilde meşrulaştırıldığına dair açıklayıcı bir görüntü sunuyor. Trump yönetimi yetkilileri farklı bir iletişim platformu kullanmış olsalar da içerik önceki yönetimler tarafından başlatılan sayısız savaşın arkasındaki planlama ve hilekârlığı yansıtıyor.
Signal uygulamasındaki mesajlar, Trump yönetiminin üst düzey üyeleri arasında Yemen’e karşı yeni bir harekât başlatmanın zamanlaması ve tavsiye edilebilirliği ile ilgili bir tartışmayı belgeliyor. Başkan Yardımcısı JD Vance ertelemeyi savunurken, Trump, faşist danışmanı Steven Miller aracılığıyla, nihayetinde hava saldırılarını derhal başlatmaya karar veriyor.
Tartışma, küçük, yoksul ve savunmasız bir ülkeye yapılan saldırının tamamen bir “tercihli savaş” olduğunu ve dünyaya ABD’nin baskın küresel askeri güç olmaya devam ettiğinin sinyalini vermeyi amaçladığını açıkça ortaya koyuyor.
Savunma Bakanı Pete Hegseth’in mesaj dizisinde açıkladığı gibi, “Bu [saldırı] Husilerle ilgili değil.” Daha ziyade “seyrüsefer özgürlüğünün yeniden tesis edilmesi” ve “caydırıcılığın yeniden tesis edilmesi” amaçlanmıştır.
Yemen’e yönelik saldırının kamuoyuna açıklanan gerekçesi, Yemen’deki Husi hükümetinin, İsrail’in Gazze’ye gıda girişini engellemeyi bırakmaması halinde İsrail gemilerinin Kızıldeniz’den geçişini engelleyeceğini ilan etmesiydi.
ABD’nin Ortadoğu’daki vekili olan İsrail’e yönelik bu meydan okuma, Amerikan emperyalizmine yönelik bir meydan okuma olarak görülüyordu. Dünyanın geri kalanına bir mesaj göndermek ve Hegseth’in sözleriyle “caydırıcılığı yeniden tesis etmek” için ezici bir şiddetle karşılık verilmesi gerekiyordu.
ABD’nin emperyalist bir güç olarak ortaya çıkışından bu yana gerçekleştirdiği yüzlerce savaş, askeri operasyon ve istikrarsızlaştırma harekâtının her biri kamuoyuna yakın bir tehdide verilen yanıt olarak gerekçelendirilmiştir. Kamuoyuna, defalarca, ABD ordusu harekete geçmezse “insanların öleceği” söylenmiştir. Ancak Yemen’e yönelik saldırıyla ilgili yazışma böyle bir “yakın tehdidin” olmadığını açıkça ortaya koymaktadır.
Trump’ın Ulusal Terörle Mücadele Merkezi’nin başına aday gösterdiği Joe Kent, yazışmada “Zaman çizelgesini belirleyen zamana duyarlı bir şey yok. Bir ay içinde aynı seçeneklere sahip olacağız,” diye yazıyor. Hegseth ise şunları ekliyor: “Birkaç hafta ya da bir ay beklemek hesapları kökten değiştirmez.”
Trump yönetiminin Yemen’e karşı ifşa olan savaş planlarının gündeme getirdiği en önemli soru şudur: Yönetim şu anda başka hangi “tercihli savaşlara” hazırlanmaktadır?
Yemen’e yönelik saldırı tartışmasına katılan birçok kişi daha önce yaptıkları açıklamalarda ABD’nin askeri saldırganlığının ana hedefinin Çin olduğunu açıkça belirtmiştir. Hegseth’in sözleriyle, Çin dünyada “temel ulusal çıkarlarımızı tehdit edebilecek kapasiteye ve niyete sahip” tek ülkedir.
Bu ayın başlarında, dünyanın en zengin adamı ve önde gelen askeri yüklenici SpaceX’in CEO’su Elon Musk, ABD’nin Çin’e karşı -saldırı için belirli hedefleri de kapsayan- savaş planları hakkında gizli bir brifinge katılmak üzere Pentagon’a gitti. Haberin basına sızmasının ardından toplantının iptal edildiği bildirildi.
Ancak böyle bir toplantının planlanmış olması akıllara şu soruyu getiriyor: Trump yönetiminin dünyanın en büyük nüfusuna, ekonomisine ve üçüncü en büyük nükleer cephaneliğine sahip olan Çin ile savaş için bir takvimi var mı?
Ocak 2023’te, Hava Kuvvetleri Hava Hareketlilik Komutanlığı’nın başındaki dört yıldızlı General Mike Minihan, 2025 yılına kadar bir ABD-Çin savaşını öngören bir iç yazışma yayımladı. Minihan, “[Çin Devlet Başkanı] Şi’nin ekibi, akıl ve fırsat, hepsi 2025 için aynı hizadalar,” diye yazdı ve askerleri “kişisel işlerini düşünmeye”, “7 metrelik bir hedefe” ateş ederek pratik yapmaya çağırarak “pişmanlık duymayan ölümcüllüğün en önemli şeydir. Kafaya nişan alın,”diye vurguladı.
Yemen’e saldırıyla ilgili tartışmada Vance’in dile getirdiği önemli bir endişe de “halkın bunu anlamadığı ya da bunun neden gerekli olduğunu bilmediği” idi.
Trump yönetiminin Çin’e karşı savaş planlamasının temel meselesi şüphesiz şudur: Amerikan halkına dünyanın öbür ucunda, en azından çok sayıda ABD askerinin ölümüne ve yüz milyarlarca doların harcanmasına, en kötü ihtimalle de büyük Amerikan şehirlerinin nükleer olarak yok edilmesine yol açacak bir savaş nasıl kabul ettirilebilir?
Foreign Affairs’in güncel sayısı tam da bu soruyu gündeme getiriyor. ABD dış politikasının önde gelen dergisi, “Amerikalılar Çin ile Savaşa Girer mi?” başlıklı makalede, “Amerikalıların çoğu dünyadan geri çekilmek istediklerini söylerken” -yani daha az savaş başlatmak isterken- Çin ile yapılacak bir savaşın ABD’ye yönelik bir saldırıya savunma amaçlı bir yanıt olarak sunulması halinde kamuoyunun görüşünün değişebileceğini savunuyor.
Makalede şu ifadelere yer veriliyor: “Ancak Temmuz ayında sıradan Amerikalılar ve eski ABD’li politika yapıcılar arasında yaptığımız bir ankette, Halk Kurtuluş Ordusu’nun Güney Çin Denizi’ndeki ABD gemilerini vurması halinde Çin’e saldırılmasını destekleyenlerin çoğunlukta olduğunu gördük.”
Bu argüman, Trump’ın politikadan sorumlu savunma müsteşarı adayı Elbridge Colby’nin görüşleriyle de örtüşmektedir. Colby, 2021 yılında yayınlanan The Strategy of Denial adlı kitabında ABD’nin, Çin ile gireceği herhangi bir savaşta Pekin’in “ilk saldırıyı yapmış” gibi görünmesini sağlaması gerektiğini savundu. Colby, Washington’ın “koalisyonun kararlılığını güçlendirmek için Çin’i kasıtlı olarak zorlaması” gerektiğini yazdı. Bu, kamuoyuna ve ABD’nin müttefiklerine, Çin’i, savaşı haklı göstermek için kullanılabilecek bir tepki vermeye kışkırtmak anlamına geliyordu.
Colby şunları yazmıştır:
Belki de Çin’in bu şekilde görülmesini sağlamanın en açık ve bazen de en önemli yolu, ilk saldıranın o olmasını sağlamaktır. Çok az insanın ahlaki sezgisi, olayı başlatanın saldırgan ve dolayısıyla ahlaki sorumlulukta daha büyük bir paya sahip olduğu varsayımından daha derin köklere sahiptir.
Bir başka ifadeyle, kamuoyu desteğini ABD’nin Çin’le savaş lehine başarılı bir şekilde harekete geçirebilmesi için, 1898’de ABD’nin Küba, Porto Riko ve Filipinler’e el koymasını meşrulaştırmak üzere kullanılan USS Maine’in batırılması olayının ya da ABD’nin Vietnam Savaşı’na doğrudan müdahalesini meşrulaştırmak için kullanılan Tonkin Körfezi olayının bir yirmi birinci yüzyıl versiyonunun tezgahlanması gerekecektir.
Yemen’e yönelik saldırıya ilişkin sızan tartışmalar bir uyarı olarak görülmelidir. Siyasi, ekonomik ve sosyal krizlerle kuşatılmış ve giderek artan iç muhalefetle karşı karşıya olan yağmacı ve sabıkalı bir mali oligarşinin başındaki Trump yönetimi, topyekûn bir küresel saldırı savaşı başlatmak da dahil her türlü suçu işleyebilir.