Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) heyeti dün hapisteki Kürdistan İşçi Partisi (PKK) lideri Abdullah Öcalan’ı üçüncü kez ziyaret etti. Öcalan, beklendiği üzere, heyete bir çağrı mektubu ileterek PKK’ye silah bırakıp kendini feshetme çağrısı yaptı. Ankara ile PKK arasında 1984’ten beri devam eden çatışmada çoğunluğu Kürt on binlerce kişi öldü, milyonlarca kişi yerinden edildi.
İstanbul’daki bir otelde düzenlenen basın toplantısında Kürtçe ve ardından Türkçe okunan Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” çok sayıda ulusal kanaldan canlı yayınlandı ve Türkiye’de ve dünya genelinde milyonlarca kişi tarafından izlendi.
Öcalan, çağrısında “Aşırı milliyetçi savruluşunun zorunlu sonucu olan; ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler, tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır,” dedi ve mevcut devletin “demokratikleştirilmesi” ile sorunun çözülebileceğini iddia etti.
Öcalan, ayrıca okunan ek notunda, “Bu perspektifi ortaya koyarken, şüphesiz, pratikte silahların bırakılması ve PKK’nin kendini feshi, demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir,” diyordu. Bu yazı yazılırken henüz PKK yönetiminden ya da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan bir tepki gelmemişti.
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum, Öcalan’ın çağrısını memnuniyetle karşılayarak şunları söyledi: “Açıklamada özü itibariyle; kimlik sorunu kalmadı, inkar bitti, iki ulus yok, iki resmi dil yok, iki vatandaşlık yok, özerklik talebi yok, federasyon talebi yok, denildi. Üniter Devlete sahip çıkıldı. Türkiye’de inkar ve redde dayalı ifade edilen iç Kürt sorunu çözülmüştür, konu demokrasidir, devletle ve toplumla bütünleşmektir, demokrasiyi geliştirmektir, vurgusu yapıldı.”
Erdoğan hükümetinin Öcalan ile müzakere süreci, Ekim ayında Erdoğan’ın faşist müttefiki Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) lideri Devlet Bahçeli’nin çağrısıyla başlamıştı. Bahçeli, Öcalan’ın PKK’nin lağvedildiğini ilan etmesi halinde serbest bırakılabileceğini ve “TBMM DEM Parti grup toplantısında” konuşma yapabileceğini söylemişti. Bunun ardından, Erdoğan’ın da onayıyla, DEM Parti 1999’dan beri Marmara Denizi’nde bulunan İmralı Adası’ndaki yüksek güvenlikli hapishanede tutulan Öcalan ile görüşmelere başladı.
Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin açıkladığı gibi, kitlesel desteğe sahip milliyetçi bir siyasi hareketin lideri olarak Öcalan, CIA’in yardımı ve Avrupalı güçlerin siyasi sığınma hakkını ortadan kaldırması ile Ankara’ya teslim edilmişti.
Öcalan’ın dünkü çağrısı, 1991’de Stalinist bürokrasinin Sovyetler Birliği’ni dağıtmasının ardından kendisinin ve PKK’nin siyasi evrimiyle uyumluydu.
PKK’nin “tarihin en yoğun şiddet yüzyılı olan 20. asrı [asırda], iki dünya savaşı, reel-sosyalizm ve dünya genelinde yaşanan soğuk savaş ortamları, Kürt realitesinin inkarı, başta ifade olmak üzere özgürlükler konusunda yasaklardan kaynaklı oluşan zeminde” doğduğunu belirten Öcalan, “Teori, program, strateji ve taktik olarak yüzyılın reel-sosyalist sistem gerçeğinin ağır etkisinde kalmıştır,” diye ekliyor.
Ardından “1990’larda reel-sosyalizmin iç nedenlerle çöküşü ve ülkede kimlik inkarının çözülüşü, ifade özgürlüğünde sağlanan gelişmeler, PKK’nin anlam yoksunluğuna ve aşırı tekrara yol açmıştır. Dolayısıyla ömrünü benzerleri gibi tamamlamış ve feshini gerekli kılmıştır,” diye belirtiyor.
Gerçekte, uzun yıllar yok sayılan Kürt halkının ve Kürtçenin varlığının tanınması yönündeki kimi adımlara karşın Kürt halkının varlığı ve demokratik hakları halen anayasal olarak tanınmış değildir ve Kürtçe TBMM’de halen “bilinmeyen bir dil” olarak kabul edilmektedir. Dahası, ifade özgürlüğü başta olmak üzere temel demokratik haklar hükümet tarafından sistematik olarak ihlal edilmektedir.
Öcalan’ın çağrısı, binlerce Kürt siyasi mahpusun hapiste olduğu, DEM Partili seçilmiş belediye başkanlarının görevden alındığı, milyonlarca Kürt seçmenin seçme ve seçilme hakkının çiğnendiği ve siyasi ve toplumsal muhalefetin geniş kesimlerini hedef alan yoğun bir baskı ve tutuklama dalgasının ortasında geldi.
PKK’nin “anlam yoksunluğu” Sovyetler Birliği’nin dağıtılmasından ya da Kürt sorununun çözülmesinden değil, içinde bulunduğumuz kapitalist üretimin küresel bütünleşmesi döneminde ulusal programların iflasından kaynaklanmaktadır. Son tahlilde, Stalinistlerin Ekim Devrimi’ne yönelik ihanetlerinin doruk noktasını ifade eden SSCB’nin dağıtılmasının altında da bu yatıyordu.
Kendisini doğru olmadığı halde “sosyalist” ya da “devrimci” ilan eden çok sayıda burjuva ve küçük burjuva milliyetçi örgüt gibi PKK de bu büyük gelişmelere hızla sağa kayarak yanıt verdi. 1978’de Türk ve Kürt işçilerin egemen sınıfa karşı ortak mücadelesini reddeden Stalinist bir gerilla örgütü olarak kurulan ve Kürt halkına yönelik şiddetli devlet baskısı ortamında güç kazanan PKK, Sovyet sonrası dönemde hızla “sosyalizmin başarısızlığını” ilan edip ulusal bağımsızlık programını terk ederek Ankara ve emperyalist güçlerle uzlaşma arayışına girdi. Gerçekte ise başarısız olan ve iflas eden, yanlış bir biçimde sosyalizmle özdeşleştirilen Stalinizm ve onun gerici “tek ülkede sosyalizm” programıydı.
Öcalan’ın “barış çağrısı”nda tamamen es geçilen kritik mesele, bu çağrının, yirminci yüzyılın iki dünya savaşını gölgede bırakabilecek küresel bir emperyalist yeniden paylaşım savaşının gelişmekte olduğu koşullarda yapılıyor olmasıdır.
Son üç yılda, ABD-NATO’nun Ukrayna’da Rusya’ya karşı savaşı tüm dünyayı nükleer bir çatışmanın eşiğine getirirken, yeni Trump yönetimi şimdi hem Çin’i hem de kendi müttefiklerini hedef alan bir küresel fetih ve hegemonya programı ilan etmiş durumda. ABD destekli İsrail’in Gazze’deki soykırımı Batı Şeria’daki saldırı ve 2 milyondan fazla Filistinlinin tehcirine yönelik planlarla derinleşiyor. Suriye’deki rejim değişikliği, ülkedeki işgalci müttefikler Türkiye ile İsrail’i ve çeşitli güçleri karşı karşıya getirecek yeni bir çatışmaya evrilebilir. Ve dahası, ABD ile İsrail’in İran’a karşı saldırganlığı ve tüm bölgeyi içine çekebilecek bir savaşa yönelik hazırlıkları sürüyor.
Bu ortam, Erdoğan hükümetinin Öcalan’la müzakereleri neden yeniden başlattığını açıklamaktadır. Bizzat Erdoğan bunu şu sözlerle ifade etmişti: “Haritalar yeniden kanla çizilmek istenirken, İsrail’in Gazze’den Lübnan’a taşıdığı savaş sınırlarımıza yaklaşırken, iç cephemizi kuvvetlendirmeye çalışıyoruz.”
Middle East Eye’daki Öcalan’ın çağrısı üzerine bir yorumda “Ankara’daki pek çok kişi, hükümetin Öcalan’la görüşmelere başlama motivasyonunun İsrail ile İran arasında tırmanan bölgesel gerilimle bağlantılı olduğuna inanıyor,” deniyordu.
Her ikisi de ABD-NATO’nun müttefiki olan ve emperyalist güçlere yönelen Ankara ile Kürt milliyetçi hareketi, Ortadoğu’da derinleşen savaşın muhalifleri değil, aktörleridir. ABD ve Avrupalı güçler, Türk ve Kürt seçkinleri arasında sağlanacak bir anlaşmanın Ortadoğu’da özellikle İran’ı ve müttefiklerini hedef alan emperyalist hakimiyet planlarına katkı sağlayacağını düşünüyorlar.
Bu yüzden ABD ve Almanya çağrıyı memnuniyetle karşıladı. Berlin “süreci” desteklemek için elinde geleni yapacağını duyururken, Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi Sözcüsü Brian Hughes, “Bu önemli bir gelişme ve bunun Türk müttefiklerimizi ABD’nin Suriye’nin kuzeydoğusundaki IŞİD karşıtı ortakları konusunda yatıştırmaya yardımcı olacağını umuyoruz,” dedi. Hughes, Suriye’nin kuzeydoğusunu ABD güçleri ile birlikte kontrol eden PKK’nin kardeş örgütü Demokratik Birlik Partisi’ne (PYD) ve onun silahlı kolu olan Halk Savunma Birlikleri’ne (YPG) atıfta bulunuyordu.
YPG’nin omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) lideri Mazlum Abdi, Öcalan’ın çağrısının kendilerine değil PKK’ye yönelik olduğunu söyledi. Ankara’nın kendilerine karşı düzenlediği askeri operasyonlara atıfta bulunan Abdi, “PKK ile Türkiye arasındaki ilişki ve barışın sağlanması, bölgemiz üzerinde de etkili olacaktır. Eğer bu süreç başarılı olursa, bunun bize olumlu bir etkisi olacak ve Türkiye’nin bölgemize saldırmak için hiçbir bahanesi kalmayacak,” diye belirtti.
Öcalan’ın çağrısını memnuniyetle karşılayan PYD liderlerinden Salih Müslim ise, Al-Arabiya’ya “Siyasi olarak çalışmamıza izin verilseydi silaha gerek kalmazdı. Silah taşımak için nedenler ortadan kalkarsa, silah bırakırız,” diye konuştu.
Ankara ile PKK arasında en son 2009’da başlayıp kesintilerle 2015’e kadar süren müzakereler, ABD-NATO’nun Suriye’deki rejim değişikliği savaşının derinleşmesiyle çökmüştü. Suriye’de YPG’nin önderliğinde bir Kürt oluşumunun, “demokratik özerlik” ilanlarının yapıldığı Türkiye’nin Kürt illerinde de bağımsızlık yönelimini teşvik edebileceğinden korkan Ankara hem içeride hem de Suriye’de şiddetli bir saldırıya geçti.
Binlerce kişinin öldüğü ve yüz binlerce Kürt sivilin yerinden edildiği bu süreç, Lev Troçki’nin Sürekli Devrim Teorisi’nde açıkladığı gibi, emperyalizm çağında geç kapitalist gelişmeye sahip bir ülkede burjuvazinin temel demokratik sorunları çözmekten yapısal olarak aciz olduğunu acı bir şekilde göstermişti.
Emperyalizmden bağımsızlık ve demokratik bir rejimin inşası görevleri, işçi sınıfına düşmektedir. Bu, emperyalist güçlere ve onların tüm vekillerine karşı bir Ortadoğu Sosyalist Federasyonu uğruna mücadele demektir. Bu mücadelede işçiler; savaşa, halklar arasına ekilen düşmanlık tohumlarına, şoven milliyetçiliğe ve devletin baskısına karşı çıkmalı ve temel demokratik hakları ilkesel olarak savunmalıdır. Bu, Öcalan dahil tüm siyasi mahpusların serbest bırakılması, Kürt halkının demokratik haklarının tanınması ve seçme ve seçilme haklarına saygı gösterilmesi gibi talepler uğruna mücadeleyi gerektirmektedir.